UHUD GAZVESİ VE OKÇULAR TEPESİ – 2-
Hz. Ebû Bekir, Ömer ve Ali ile birlikte bir grup sahâbe Hz. Peygamber’i korumak için etrafında bir halka oluşturdular. Ebû Dücâne vücuduyla onu bir kalkan gibi koruyor, Sa‘d b. Ebû Vakkās da düşmana ok atıyordu. Düşmanın kılıç darbelerine karşı Resûl-i Ekrem’i koruyan Talha b. Ubeydullah aldığı yaranın etkisiyle çolak kaldı. Bu arada Mus‘ab b. Umeyr, İbn Kamîe tarafından şehid edildi. Bunun üzerine Resûlullah sancağı Hz. Ali’ye verdi. Mus‘ab’ı öldüren İbn Kamîe, Hz. Peygamber’i öldürdüğünü sanmış ve Peygamber’in öldürüldüğünü etrafa yaymaya başlamıştı. Bu şâyianın etkisiyle Müslümanlar panik içerisinde dağılmaya başladılar. Bazıları parolayı unuttu, bu durum birbirlerini öldürüp yaralamalarına yol açtı. O esnada Resûl-i Ekrem’i gören Kâ‘b b. Mâlik, “Ey müminler, müjde! Resûlullah burada” diye haykırınca Müslümanlar toparlandı. Hz. Peygamber,etrafında sahâbîler olduğu halde Uhud kayalıklarına çekildi. Bu sırada Ebû Süfyân ve arkadaşları kayalıklara doğru ilerlemeye kalkıştılarsa da Müslümanlar attıkları taşlarla düşmanları uzaklaştırmayı başardılar. Savaş böylece sona erdi.
Hz. Fâtıma, işe, Ümmü Eymen, Ümmü Süleym ve Ümmü Umâre’nin de aralarında bulunduğu on veya on dört kadın sahâbî savaş alanına yiyecek ve su getirdi; yaralıların tedavisiyle ilgilendi. Hz.Fâtıma babasının yüzündeki kanları temizlemeye çalıştı ve kanamayı durdurmayı başardı. Hz. Ali, Resûl-i Ekrem’in yaralarını yıkamak için dağdaki tabii havuzlardan kalkanına su doldurarak getirdi. Ebû Süfyân, savaş alanından ayrılmadan önce Hz. Muhammed’in, Ebû Bekir ve Ömer’in sağ olup olmadığını merak ediyordu. Teker teker isimlerini söyleyerek seslendiyse de Hz. Peygamber’in emriyle kimse cevap vermedi. Bunun üzerine, “Eğer sağ olsalardı cevap verirlerdi, üçü de ölmüş ve iş bitmiş” deyince Hz. Ömer dayanamayıp, “Yalan söyledin Allah’ın düşmanı! Saydıklarının hepsi sağdır ve buradadır” dedi. Ebû Süfyân’ın, “Savaş sırayladır; bugün Bedir Savaşı’na bedeldir” sözlerine mukabil Hz. Ömer, “Evet ama eşit değiliz. Zira bizim ölülerimiz cennette, sizin ölüleriniz cehennemdedir” karşılığını verdi. Ebû Süfyân, “Gelecek yıl sizinle Bedir’de buluşalım ve savaşalım” diye meydan okuyunca Hz. Peygamber’in emriyle Hz. Ömer, “Olur, inşallah!” dedi.
Bir yıl sonra Resûl-i Ekrem ashabıyla Bedir’e gelerek bir hafta boyunca Mekkeliler’i beklemiş, ancak Ebû Süfyân ve ordusu savaş yerine gelme cesareti gösterememiştir. Uhud’da yirmiden fazla kayıp veren Kureyş ordusu daha sonra savaş alanını terkedip Mekke’ye doğru ilerlemeye başladı. Resûlullah, düşman ordusunun Medine’ye saldırıp saldırmayacağını anlamak üzere Sa‘d b. Ebû Vakkās’ı, bazı kaynaklara göre ise Hz. Ali’yi görevlendirmişti. Uhud Gazvesi’nde Müslümanlar yetmiş şehid vermiş, Hanzale b. Ebû mir dışındaki şehidlerin hepsine işkence yapılmış, organları kesilmiştir. Müşrikleri destekleyen Hanzale’nin babası Ebû mir oğlunun cesedine işkence yapılmasına engel olmuştur. Vahşî, Hz. Hamza’nın ciğerini sökerek Bedir Gazvesi’nde babası, amcası ve kardeşi öldürülen Ebû Süfyân’ın karısı Hind’e götürmüş, Hind ciğerden bir parçayı ağzına alarak çiğnemiş, Vahşî’ye de mükâfat olarak ziynet eşyalarını vermiştir. Resûl-i Ekrem amcası Hamza’nın ciğerinin çıkarıldığını, burnunun ve kulaklarının kesildiğini görünce çok üzülmüş, halası Safiyye kardeşi Hamza’nın şehid edildiğini duyunca savaş alanına gelmiş, büyük bir üzüntü içinde dua ve istiğfarda bulunmuştur. Şehidler ikişer üçer kişi olarak aynı kabirde kefensiz ve üzerlerindeki elbiselerle birlikte defnedildi. Bazı Müslümanlar Uhud’da şehid olan yakınlarının naaşını Medine’ye götürmüş, bunu duyan Resûlullah şehidlerin öldürüldükleri yerde gömülmesi emrini verince cenazeleri tekrar savaş meydanına getirip burada defnetmiştir (İbn Hişâm, III, 102-103). Kur’ân-ı Kerîm’de özellikle l-i İmrân ve Enfâl sûrelerinde Uhud Gazvesi hakkında birçok âyet yer almaktadır. Uhud’da başlarına gelen musibetin kendi kusurlarından kaynaklandığı ( l-i İmrân 3/165), bunun da kimin mümin kimin münafık olduğunun anlaşılması bakımından Allah’ın izniyle gerçekleştiği ( l-i İmrân 3/166-167), Allah yolunda öldürülenlerin “ölü” değil “diri” oldukları ve Allah’ın büyük nimetlerine ulaşmış olmanın sevincini yaşadıkları ( l-i İmrân 3/169-170) vurgulanmaktadır.
Allah Resulü tarafından görevlendirilen Abdullah b. Cübeyr başkanlığında Okçular Tepesine 50 okçu yerleştirmişti. Ayrılmamaları gerektiği sıkı sıkı tembih edilmesine rağmen, kazandık havasına girerek, yerlerini terk etmelerinin vehim sonuçları olmuştur. Ağır bedeller ödenmiştir. Abdullah b. Cübeyr dahil Okçular tepesini terk etmeyen 10 okçu da şehit edilmiştir. Bununla birlikte görev yerini terk eden okçuların isimleri bilinmemektedir. Belkide Allah Resulü, bu hatalarından dolayı Müslümanlar tarafından kıyamete kadar beddua etmesinler ve suçlarını yüzlerine vurulması, aynı zamanda teşhir edilmemesi için olabilir diye düşünüyorum. İnsanoğlu her daim mal ve dünya sevgisine kendini kaptırmıştır . Günümüz Müslümanları da mal ve dünya sevgisine çok şeyi terk etmedi mi? Korunması gereken ahlaki, imani,edebi insani İslâmî tüm cepheler terk edilmedi mi. Örneğin en güncelinden, Gazze’ de ki masumlar için ayağa kalkan Amerika ve Avrupa’daki topluluklar. Özellikle Amerika'daki üniversitelerin protestolarını görüyorsunuz. Bizdeki üniversitelerden bi haber yok. İslam dünyası sessiz. Müslümanlar olarak benliğimizi kendimizi kaybetmişiz!!! Okçular tepesi de ne ola ki!!!
Selam ve Dua ile Kalın..