KENDİNİ BİLMEK – 2

KAMİL BAYSAL baysalkamil@icloud.com

Oprah Winfrey bir çok düşünür gibi; “Şunu çok iyi biliyorum ki, kendini bilmeden, gerçeği bilmen mümkün değildir. Aynı şekilde, gerçeği bilmeden, kendini de bilemezsin.” demektedir. (Mümin Sakman, Hayat Bilgesi, Alfa yayınevi, 12. Baskı, Sayfa 41)

 Öyle demiş de kendisi bilmiş mi kendisini? Sanmam. Konu gerçekten çok karışık. Hani diyebilirim ki kendini bilen, evliya denilen insan olabilir. Ötesi sohbet ediyoruz, belki de bir yerlerden bir takım ip uçları yakalar hedeflediğimiz sonuca ulaşırız. 

 “George, dünyanın bir şaka olduğunu anlamalısın. Adalet diye bir şey yoktur, her şey rastlantıdır. Ancak bunu anladığın zaman, kendini ciddiye almanın, ne kadar aptalca olduğunu anlayacaksın. Evrende, büyük amaç diye bir şey yok. Evren sadece evrendir. Bu gün ne yapacağın konusunda verdiğin kararda, özel bir anlam yok.” (Victor E. Frankl, İnsanın Anlam Arayışı, Okyonus Yayınları, sayfa, 164)

 Frankl’ın kitabında, George A. Sargent den aktardığı, yukarıdaki pasajda sözü edilen “Öğrenilen Anlamsızlık” konusunda ne düşündüğünüzü doğrusu merak ediyorum. Sizce de, dünya bir şaka mı? Bu son soru bile, düşünme ve tartışma konusunda yeni boyutlar getiriyor değil mi. Eğer öyleyse yani şaka ise, kim şaka yapıyor? Neden, nasıl, kiminle-kime vb. bir çok soru peş peşe geliveriyor aklımıza. Daha da ilerisi; bütün bu ve benzeri soruları sormamızı sağlayan beyin, mevcut yapısına tesadüfen mi ulaştı? Soru sorma, öğrenme, bilgi biriktirme, bilgiyi gündeme taşıma, muhakeme yapma, yeni bilgiler üretme, bilgiyi geri çağırma, unutma hissetme, farkında olma vb. süreçleri nasıl yönetiyor?

         Bütün canlıların doğuştan getirdiği, “Savaş ya da kaç” şeklindeki refleks atomlardan oluşmuş bir hücre yığını olan canlıda, nasıl ortaya çıkmaktadır. Bütün hücreler ve bunlardan oluşan dokular, organlar beyne her hangi bir irade olmaksızın mı bağlandılar. Atomlar nasıl oluyor da beyin gibi dünyanın en kompleks organına dönüşebiliyor? Atomların varlıklarını sürdürebilmeleri için insan veya benzeri bir canlı oluşturmaya gereksinimleri var mıdır? Molekül, hücre, doku akıllı mıdır veya organizmaya dönüştüğü zaman, savunma refleksi kendiliğinden ve tesadüfen mi eklenmektedir? Hatta neden bir hücre, hücre olarak mükemmelleşmek yerine, organizmaya dönüşme gereği duymuştur? Hücre kendisinin bir benzerini oluşturmaya nasıl karar vermiştir? Çoğalan hücreler nasıl ortak amaçlar belirleyerek koordine olmuşlardır? Birbirinin kopyası olarak çoğalan hücreler nasıl kendi aralarında farklılaşarak, kalp, beyin, göz, kemik, kan vb. organları oluşturmak üzere uzmanlaşmışlardır? Aralarındaki iletişim ağı nasıl oluşmaktadır? Karışık konular değil mi? Bir soluk alıp Mevlana’ya da bir kulak verelim.

         İnsan dünyaya geldiğinde, hiçbir şeyi bilmez, konuşamaz, kendisini ifade edemez. Nereden, niçin geldiğini, nereye gitmekte olduğunu, nasıl hayatta kalacağını, kendisini nasıl koruyacağını vb. bilmez. Tam bir sarhoştur anlayacağınız. Mevlana da muhtemel benimle aynı fikri taşıyor olsa gerek ki, Divan’ında; 
“Biz coşkun, perişan sarhoşları/  
Elest meyhanesinden aldılar getirdiler./ 
Bizi hiçlikten varlığa getirdiler./
Sonra tekrar hiçliğe götürecekler./” demektedir. 

         Muhtemelen gözlemlemiş olabileceğiniz, “zil zurna” bir sarhoşla, bir iki yaşlarındaki bir çocuğu kıyaslarsanız sözünü ettiğim benzerlikleri anlayacağınızı umarım. Alzheimer hastalığı olan bir yaşlı da çocuk gibidir. Aynı zamanda bir sarhoş gibi. Ama ya normal dediğimiz insanlar. İşin ilginci bazıları düşünerek, inceleyerek, araştırarak, okuyarak, dinleyerek, gözlem yaparak, deneyimleyerek belki de içerek vb. çabalarla, bu sarhoşluktan kurtulmaya çalışırken, bazıları en azından, kendi kendini ikna etme çabasındaki insanlara karşı çıkıp, dünyaya sarhoş geldiklerini unutarak,, ayılma gereksinimi bile duymadan, ömürlerini tamamlamaktadırlar diye düşünmekteyim..

Öğrendiklerimin hepsini bu gün yazmamı beklemiyorsunuzdur umarım. Vaktim olursa devam edeceğim. Saygılarımla...