KENDİNİ BİLMEK – 6
Geçen yazımızı şu ifadelerle bitirmiştik. “Yüksek kalorili yiyeceklerle tıkınmak bu yüzden genlerimize kazınmıştır. Bu gün çok katlı apartmanlarda ağzına kadar dolu buz dolaplarıyla yaşıyor olabiliriz. Ama DNA’mız, hala savan da yaşadığımızı zannediyor.” (“Hayvanlardan Tanrılara SAPİENS” Yuval Noah Harari, 57. Basım, Kollektif Kitap, s.55) Bence bu düşünce çok iyi analiz edilmelidir. Yani insan DNA’sı akıl almaz bir organ olan, insan beynini oluşturduğunun farkında değil anlaşılan.
İnsanın diğer canlılardan farklı olarak neler yapabildiğine kabaca bir bakarsak ne demek istediğimiz daha kolay anlaşılır. Çok katlı apartmanlar inşa ettik, barınma, dokuma fabrikaları geliştirerek giyinme problemlerini çözdük Buz dolabı icat etmiş yiyeceklerimizin bozulmadan uzun süre muhafaza edilmesini sağlamışız. Hayvanları besleyip, istediğimiz zaman kesip etlerini buz dolaplarına doldurabilme, hepsini bir anda tıkınmak yerine, idareli kullanmak yeteneği geliştirmişiz. Bizim gibi yüksek kalorili yiyecek arayan yırtıcı hayvanlardan uzaklaşmış, teknolojik ürünlerle donatılmış kentlerde yaşıyor, savan yaşamına yakınlık gösteren köy yaşantılarının hayalini kuruyoruz. Yerin yüzlerce metre altına inebiliyor, denizin altından geçip gidebiliyor, uçabiliyor, çekirdeğin ve uzayın derinliklerini gözetleyebiliyor, dünyanın dışına yolculuk yapabiliyoruz. Hastalıkları tedavi edebiliyor, organ nakli ve karmaşık ameliyatlar yapabiliyor ve insan ömrünü uzatabiliyoruz. İyiyi kötüyü, acıyı tatlıyı, uzağı yakını, büyüğü küçüğü, azı fazlayı biliyor, soğuğu, sıcağı ayarlayabiliyor, doğa koşullarını daha fazla kontrol edebiliyoruz. Doğada enerji üretebiliyor ve kontrol altında tutabiliyoruz. Diğer canlılara kıyasla benzer üstünlükler çoğaltılabilir. Önemli olan bütün bunları beyin gelişimi sayesinde yapabilmemizdir. Aramızdaki esas fark beyin korteksindeki değişim ve gelişimdir.
“Primat olmayan hayvanlar ve diğer memeliler, nispeten daha küçük ebatlı beyinlere ve daha az gelişmiş frontal loblara sahiptir. Evrim ağacının daha alt dallarına inildikçe, hayvanlar beyin kortekslerini tamamen yitirir. Hatta sürüngenler yalnızca beyin sapımızı andıran beyinlere sahiptir. Basit hayvanların beyinleri ise, genellikle omuriliklerinin tepesinde veya ağız bölgesinde yer alan, bir şişkinlikten ibarettir.” (New Scientist, “Beynimiz Nasıl Çalışır”, Çeviri: Evren Topaktaş, Say Yayınları, s.39)
Bu sayede düşünebiliyor, dil geliştirebiliyor, konuşabiliyor, öğrenebiliyor, okuyabiliyor, yazabiliyor, resmini çizebiliyor, sanatsal yeteneklerimizi sergileyebiliyoruz. (Bu gün için dünyada 7.000 dolayında dil olduğu ifade edilmiştir. Bu bilgi bile bize insan olmanın farklılığının beyinle ilgili olduğunu gösterir. İnsan topluluğu geliştirdiği dil ile anlaşabiliyorken, yedi bin dil neden nasıl oluşmuştur? Dil de bütün varlıklar gibi evrimleşmektedir. İnsanlar bir noktadan boylar halinde çevreye dağıldıkça yeni mekanların da etkisi ile sözcükleri ve söyleme biçimleri de değişmiştir. Hepsi de homo sapiens denilen insan türünden oluşan yedi bin ayrı popülasyon halinde farklılaşmışlardır.) İletişimin devamı için kendi dilleri yanında diğerlerinin konuştuğu dili de öğrenerek iletişimlerini sürdürebilmektedirler. Hayvanlar alemi maalesef bu türden gelişmelerden haberdar değildir. İnsan tartışabiliyor, muhakeme yapabiliyor, anlaşabiliyor. Sevginin, nefretin, öfkenin, kinin, yalancılığın, sahtekarlığın, tuzaklılığın, kızgınlığın, kırgınlığın, yılgınlığın, hoş görünün, dürüstlüğün, güvenin, güvenirliğin vb. farkına varabiliyoruz. Kötü davranışı, yıkıcı davranışı biliyor, bu nedenle pişmanlık duyabiliyor. İnsan mutluluğu, huzuru, sağlığı, güvenliği vb için bunların hangilerinin yararlı hangilerinin zararlı olduğu konusunda bir uzlaşıya varabiliyor. Ama savan koşullarından kalma alışkanlıkları var. Örneğin; insanın başkalarını suçlamak, kendini haklı çıkarmaya çabalamak gibi bir hastalığı var. Oysa yaşadıklarımızın büyük çoğunluğu bizim tercihlerimizdir.
“Her gün, bize tercih yapma fırsatları sunulur ve seçme biçimimiz, kaderimizi şekillendirir.” (“Mükemmellik Rehberi”, Robin Sharma, Pegasus Yayınları, Çeviri: Filiz Gülerkaya, s.181) Öfkemizi kolayca kontrol etme şansımızı denemeden, boğalar gibi kavgaya tutuşup, varlığımızı riske atabilmekteyiz. Zihinsel süreçler insanı diğer canlılardan ayıran özellik değil midir?
Mark Miodownik diyorki; “Oysa bizi insan yapan, yalnızca (sentetik olsun olmasın) vücudumuzun fiziksel bir madde oluşu değildir. Bizim içimizde maddi olmayan bir dünya vardır. Zihinlerimizin, duygularımızın, algılarımızın dünyası.” (Miodownik, Mark, “Eşya’nın Tabiatı”, Çeviri: Selen Ak, Domingo Yayınları, s.254) Tabii ki benzer özellikler öyle ya da böyle, bütün canlılarda, (hayvanlarda) vardır. Ama insan beyni, zihinsel gelişimi diğer hayvanlardan ayrılmamızı sağlamıştır.
“Sokrates şöyle diyordu: “ Ne istiyorsunuz, ussal varlıkların mı, ussal olmayan varlıkların mı ruhuna sahip olmak?”
“Ussal varlıkların ruhuna,”
“hangi ussal varlıkların?” “Sağlıklı olanların mı, yoksa yoz olanların mı?”
“Sağlıklı olanların”,
“öyleyse niçin aramıyorsunuz onu”
“çünkü ona sahibiz”
“Öyleyse bu kavga, bu uyuşmazlık neden?” ”(“Yıldızların Örtüsü Yoktur” Marcus Aurelius, Çeviren: Şadan Karadeniz, Yapı Kredi Yayınları s.94)
“İnsanoğlu, doğumdan ölüme bir zindandadır. Tuhaf olan ise, insanın bu zindanın anahtarını elinde taşıyor olmasıdır.” Mevlana- Divan’dan aktaran, (Nevit O. Ergin, Meral Ekmekçioğlu, “Hiçlik Yolu” Ganj Yayıncılık)
Mevlana’nın bu güzel tespitiyle bitirelim. İlginç bulacağınız konularla devam edeceğiz.