ADI HERKES OLAN BİR MEZAR TAŞI

Kürşad TUNCALI pozitifenerjim@gmail.com

 Bir mezarlık ziyaretinde daha üzerime vazife olduğunu düşündüğüm ve bildiğim ne varsa yapıp, son duamı da okuyup ellerimi yüzüme sürdükten sonra ellerimin kapadığı gözlerimi tekrar açtığımda yeniden bir göz gezdirdim etrafımda ki kalabalığa. Mezar taşlarından ve üstleri toprakla yorgan gibi serilmiş, biraz çiçek, biraz kuru otla dekore edilmiş gibi duran ölüler ordusuna. 
     Bizim gibi doğduklarında altı milyar insanla doğan, öldüklerinde de altı milyardan fazla insanla birlikte ölen insanları tek tek görebiliyordum sanki göz gezdirdikçe etrafımda. Doğum tarihleri ve ölüm tarihleri arasında bir tire (-) vardı sadece. Onca geniş zaman uzun yaşam içinde bir zamanlar var olmuş ve öykülerinde yer alan koca koca anıları, yaptıkları ve yaşadıklarını da alıp gitmişlerdi şimdi ve buydu onca temaşa. Yalnız bir kaç metre yere sığıp yılları bir işaretle tanımlanmış göçmüşler bahçesinde sırasını bekleyenler için bir vazifeydiler sadece. Onlarca yıllık hayatların tek bir çizgiyle özetlenmesine şaşarak dedim ki kendi kendime; yaşarken ölmeyi, ölerek yaşamayı bir araya getiren bir yer burası. Yaşayan ölüler ve ölmüş yaşayanlar bilebilirdi ancak bunu. Göğün göz almazını ve toprağın en altını bir ufuk çizgisi gibi bir araya getiren bencil, yaşlı bir hayatın arasında ölüler ve yaşayanlar arasında bir enkazın altında sıkışıp kalmış gibi bir acziyetle kanıksadım yalnızlığımı ve bitip tükenmek bilmez acziyetin ürpertisini.
     Bencil olmayı öğrenmeli insan. Hayat bize ezberletilmiş bir şiir değil ki. Mısralarını göz yaşlarında bir ipe dizerek balık kurutur gibi kurutarak ve kendini de bir ipe dize dize dizelerinde yaşıyorsun çoktan yazılmış bir şiirde. Sen hangi meczup, hangi delinin yarım aklısın Adem'in oğlu sen kendini ne sanıyorsun ki uzun uzun yıllar önce kendine yakılmış bir ağıdı bir sevda türküsüymüş gibi dudaklarımıza hoyrat bir yel ile sürüyorsun tatlı tatlı ey küstah hayat.. sen varsan herkes var, ben yoksam kimsem yok. 
     Kendimi defalarca bulup defalarca kaybettiğim bu göçmüş insanlar bahçesinden sendeleyerek çıkıyorum anlamların sarhoşluğuyla. Bencilleşerek, cahilleşerek altı milyar insanı da alıp gideceğim o meçhul güne kadar kendimden geçmeliyim diyorum, kendimi ve yitirdiklerimi unutana kadar. Cahilleştikçe sertleşmeyi, çelik bir duvar gibi insanlarla aramdaki mesafeyi örmeyi, kırıp geçmenin imkanı olmadığı bir setlikle düşünerek. Zihninden bir dev yaratıp küçüle küçüle çıkıyorum bu dilsiz kalabalıktan ve beni konuşacak diye korkarak şeffaflaşmış gibi görünmez olmanın bir yolunu arıyorum.
     Peki ya anlaşılamadan ben de göçersem. Anlatmadan, anlaşmadan, anlamadan.. Boşver anlamasam da öleceğim. Daha çok anlamak daha çok ağırlaştırıp yormayacak tabutumu taşıyanları nasılsa. Ne daha ağırım, ne daha büyük, ne daha çok anlam. Herkes kadar şimdilik biraz varım, biraz daha birazım. Herkes kadar yaşayacağım ve herkes kadarım öldüğümde mezar taşında olacak, doğumu ile ölüm yılları arasında ki o tire (-) kadarım...