SATIRLARA SIĞMADIN
Kelimelerin bir dili var;
Anlayabilen ve anlamlandırabilene.
Anlıyor musun?
Uzun suskunlukların ardından gözlerinle konuş benimle.
Pencerenden yaşlı bir çam ağacının gölgesi üzerinden sarkan ay ışığını karart,
Utancımı görmesin gözbebeklerin.
Ruhunun damarlarında gezinen kanı dondur,
Sıcaklığını bilmesin öpüşün dudaklarımın.
Uzun uzun yıllarda kısa geçiştirme telaşları kaldır bir kenara.
Ben geldim. Perdeni havalandıran rüzgarın kulağına fısıldadım,
Gerdanından göğsüne sızan bir ürpertiyim. Hisset.
Öfkelen, öfkelen lal rengi terkedişlerin gece kadehine dolarken
Titreyen elleri karşısında.
Sen ki; titrek bir mum alevinin sesiyle konuşmamış mıydın benimle,
Terkederken bizi sıcacık tutan ne varsa yüreğimize kor gibi akarken.
''gitme o güzel geceye tatlılıkla
ihtiyarlık yanmalı ve saçmalamalı gün kapandığında;
öfkelen, öfkelen ışığın ölmesinin karşısında.''
Nerelerdeydin diye sorarsan eğer;
'Eskisi gibi hep' diyeceğim.
Sığ bedenimi örtünen saçlarından bahsedeceğim,
Yandıkça kendini harcayan mum alevinden;
Ben yalnız tarla kuşlarının yitirdiklerini bilirim,
Geride kalanın bir kokuya nasıl sürgün edildiğini, bir de ağlayan yağmur oluğu sesli kadın.
Kelimelerin de bir dili var bilirsin. Neden ağızda birikiyorlar öyleyse;
Neden cam kırıkları gibi batıyorlar kulaklarımıza?
Nereden geliyorsun diye sorma,
Kesik kesik konuşmak zorundayım ağzı zehir gibi yakan yalanlarımla
ve avutulmamış yüreğinle sana bir bahane bulamam biliyorum.
Çok konuşurdum bir zaman, şimdi karşında dut yemiş bülbül gibiyim.
Sana susamış kelimeleri, dilimi ve dudaklarımı ısırıp kanatarak susuyorum.
Öyleyse kaldır o yere düşmüş alnını ve bak bana söyle ne görüyorsun?
Bir çağ kapamış hüznünü çoğalt, acılarını çağılt ve küfret tüm anlamlara.
Kelimelerin bir dili var
Konuşkan bir gençliği intihar etmiş cümleler.
Ben ki çok toydum ve korkak
Sevdayı bir tezahurat sanırdım kalabalığınca cümlelerin,
Eskidendi çok eskiden
bilirsin;
Konuşkan, aceleci, ürkek bir düşünceydim o zamanlar
Ve sende büyüyordum
büyütüyordum koynunda uzun bir ayrılığın provasını sabahlara kadar sevişirken.
Geldin, kırkı kılı kırk yararak tel tel ve liğme liğme bir suskunlukla,
Kül olmuş bir yangın yerinden geçtim ve anladım
Aşk sadece kabulleniş yazgıyı.
Anladım susarakta sevilir doru kısraklar.
Anladım;yutkunarak uzaktan seyredilir ancak,
uzak köylerin cılız titrek ışıkları.
Düşündüm ki anlatmanın başka bir yolu daha var,
Susarak daha kalabalık, konuşarak daha yalnız.
Aşka sürgün, ayrılığa müebbet.
Sana müebbet, bana sürgün;
Anlatmak istedikçe sustum,
Satırlara sığmadın...