Bir Kuş Konsa Badi Parmağıma...
Dağılmak da hayata dahil. Serin bir hava, cisil cisil yağmur. Radyoda Feridun Düzağaç “bir kuş konsa badi parmağıma.” Bilirim eylül beni hiç şaşırtmaz. Her güz dalında sararan iğdenin yasına ağıt yakar gibi geçer gider kalbimden.
Güz mevsiminin en hüzünlü ağacıdır iğde. Meyvesi dalında, üşümüş yapraklarıyla, boynunu eğmiş dallarıyla sabahın serinliğine, akşamın karanlığına döker kendini.
Seni en son gördüğümde iğdeler çicek açmıştı. Oturduğumuz parkın en görkemli ağacıydı. Masamıza kadar eğilen dallarından yayılan iğde kokusu çay kokusunu bastırmıştı.
Şimdi senin yokluğunu ilk hatırlatan yine iğde ağacı. Hemen arkasından eylül yağmurları. Bir de penceremdeki kuşkonmaz çiçeğim.
Neden doğum günümde kuşkonmaz çiçeği almıştın ki?
Bunu sana hiç soramadım. Oysa sen de biliyordun ki ben kuşları çok severim.
“yağmur yağsa
uykum kaçsa
bir kuş konsa badi parmağıma ağlardım bir başıma
sevdadandır...”
Bir kuş konsa badi parmağıma...
Dağılmak da hayata dahil işte. İğde ağacının altında dinlediğimiz şarkı kulağımın dibinde bangır bangır bağırıyor duyuyor musun.
Bak yine yıllar sonra yine geç kaldın. Hiç vaktinde gelmeyi bilmez misin sen. Kaç yıldır gelmediğin gibi... Bir de üstüne yine geç kaldın işte. Arkandan badi parmağıma konan tüm kuşları uçurmuştum. Tas tas da su dökmüştüm geri dönesin diye.
Kuşlar göçünü tamamladı çoktan. Döktüğüm sular kurudu, hatta üzerine eylül yağmurları düştü yeniden.Takvimlerden kaç eylül geçti sensiz.
Ben de biliyorum gelmeyeceğini, iğde ağacı da biliyor. Eylül yağmuru yapraklarının arasından yüzüme yüzüme hızla yağıyor. Yıllar sonra oturduğumuz masanın güneşten solmuş yüzüne gözyaşlarım düşüyor.
Elimde kalem kağıt yerine ciğerime batıyor. Yenilmeyi de, yetinmeyi de öğrendim artık. Senin gelmeyeceğini bile bile bu masada oturuyor olmam yenilgimin zaferidir.
Oysa çok iyi biliyorum, sana hiç gel demedim ki. Gel deseydim iki elin kanda da olsa gelirdin.
Olsun... Kızına adımı koymuşsun ya. Sen Eylül diye seslenince benim burada kulaklarım çınlıyor biliyor musun?
Bir çay söyledim kendime, şekersiz. Islanmayı da göze aldım. Garsona dedim ki:
“Sizin park da hiç türkü çalınmaz mı?”
“Bakalım hanımefendi,” dedi. Arkasından seslendim; “Bir çay daha getir.”
Masada iki çay, biri benim, diğeri senin. Biri şekersiz, biri şekerli. Senin çayına şekeri attım karıştırdım karşıma koydum. Uzaktan uzağa türkü geliyor kulağıma.
“Atımı bağladım iğde dalına
Oturdum ağladım kendi halıma
Bir defter bir kalem verin elime
Yazayım ben derdimi o yare”
İğde dalına bağlayacak bir atım da yok. Badi parmağıma konacak kuş da. Masada çayın soğudu ama kalbimde yerin soğumadı bil istedim.
Dağıldım, gör istedim; seslendim, duy istedim. Kimse bırakıp gittiğin gibi kalmaz. Zamanaşımı çaldıklarının yerine hep hüznünü bırakır. Neden diye kendine sorarken kadere soru sorulmaz bil istedim.