GARİP ABDAL

SEVİL KÖSE sevil.kose.mehmet@hotmail.com

Bozkırın tezenesi, Abdalların garibi, Bozlakların duayeni Muharrem Ertaş’ın oğlu, Döne kadının gara guzusu. 
Türkülerin ustası Neşet Ertaş

Onu gördüğümde babasının mezarı başındaydı. Sazını babasının mezarının üstüne koymuş, avuçlarını açmış dua ediyordu. Yanına varıp sessizce duasını bitirmesini bekledim. Kara gözlerinden kara yanağına yaşlar süzülüyordu. Bir ara ellerinin tersiyle sildi gözyaşlarını. Elini kalbine götürdü, eğilip selam verdi.
Elini kalbine tekrar götürdü; “burası varya” dedi,  “taşa toprağa gerek kalmadan insanın gömüldüğü tek yer...” Belli ki sevdiklerini gömdüğü yer kalbiydi. Cebinden bir mendil çıkarıp gözyaşlarını tekrar sildi. Mendilini katlayıp cebine koydu. Başını kaldırıp yüzüme baktı. “Hoş geldin yolcu,” dedi ve ekledi;
“Nerden gelip, nereye gidersin.”
“Yolcuyum” dedim, “yoldan gelip yola gidiyorum.” “Peki yolcuysan burada ne işin var?”  “Sizi arıyordum, burada olduğunuzu söylediler, ben de geldim.”

Bir anadan dünyaya gelen yolcu
Görünce dünyaya gönül verdin mi?

“Siz türküde böyle çığırıyordunuz. Ben de yolcu olunca size uğrayıp sizi selamlamak istedim.” “Hoş gelmişsin, sefa gelmişsin. İnşallah sen de dünyaya gönül vermeyenlerdensindir.” “Yolcuyum işte, dünya gönül verilecek bir yer değil, misafir olduğumu biliyorum...” dedim. Güldü, “Vay!” dedi. “Cahildim dünyanın rengine kandım demiyorsun, öyle mi?” Yok dedim, yalan yok kandığımda oldu. Yandığım da oldu. Ben daha cümlemi bitirir bitirmez. Mezarlık çıkışı bir ağaç gölgesine doğru yürüdük oturduk. Aldı sazı eline. Vurdu nazlı teline.

Hep sen mi ağladın, hep sen mi yandın?
Ben de gülemedim; yalan dünyada
Sen beni gönlümce mutlu mu sandın?
Ömrümü boş yere çalan dünyada

Bir ağaç gölgesi altında sazın inlemesini dinledim.  Dedim “Ustam bu saz hiç 
dertsiz vurmaz mı? 
“Vurmaz mı heç!”
Doyulur mu doyulur mu, tatlı dile güler yüze doyulur mu doyulur mu…
“Bak işte dertsiz de vurur. Elbet ama özü bir ağacın garipliğinden, özü insanın garipliğinden. Hep bundandır dertli çalışı sazın bildin mi? Dertlidir sözü insanın.
Bu gariplik var ya bu gariplik. Hasret koydu bizi kavim gardaşa. Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm işte…” dedi.
Garip babanın garip oğlu. Abdal geleneğinin dervişi. Bozlak ustası Neşet Ertaş. Devlet sanatçılığı unvanını kabul etmeyip ben halkımın sanatçısıyım diyen yüce gönüllü insan. Döndü yüzüme gülümseyerek “Sen ne istersin yolcu, sana ne çığırayım?” dedi. Vur dedim ustam ‘’neden garip garip ötersin bülbül’’

Neden garip garip ötersin bülbül
Yoksa sen de bahtı karalı mısın
Bilmem feryat edip coşarsın bülbül
Sen de benim gibi yaralı mısın?

Abdal geleneğinin şanındandır. Misafirin karnını doyurmadan, çayını içirmeden göndermeyiz biz. “Hadi gidelim bizim gariphaneye,” dedi. Kendi deyimiyle “kara suratlı” Yüzü, gözleriyle birlikte gülen. Kendi fakir, gönlü zengin ustanın sofrasında Kırşehir Çullaması, yanında yumruk vurulmuş soğan ve bulgur pilavı yedim. “Oyy!” dedin çayımı yudumlarken. Neşet usta ile çay içmek insanın ömrüne ömür katar mı katar işte. Çay sohbeti ‘’İNSANA VERDİĞİ DEĞER’’ ile taçlandı. Gidip de dönmemek var, gelip de görmemek. Hakkını helal eyle dedim. Helal olsun, sen de hakkını helal eyle” dedi. Helalleştik ayrıldık. Bu dünyadan bir Neşet usta geçti. Bir de Neşet usta ile çay içmek nasip olmuş ben. Usta geçti gitti bu yalan dünyadan.  Garipliği, insanlığı, bozlakları, türküleri, sözleri bize yadigâr kaldı. Ben ölünce, bana öldü demeyiniz “yoruldu gitti” deyin demişti. Yorgun abdal derviş bu dünyadan göçtü gitti. Rahmet olsun. Bir dua da benden olsun.

Bir yaratmış Allah tüm insanları
Ayrılık insanın sözünden olur
Ayrı görme gel şu insanoğlunu
Güneşi bir kuvvet karartır mı hiç?
Allah sevmediğini yaratır mı hiç?
İnsan olan insan darıltır mı hiç
Haksızlık, haksızın yüzünden olur
İnsana aşığın hak özündedir
Garibin hem özünde hem sözündedir
Ruhunun aynası bak yüzündedir
Hakikat insanın gözünden olur