İNSAN KENDİNE EĞİLMELİ...

SEVİL KÖSE sevil.kose.mehmet@hotmail.com

Yaz sonu yağan yağmur, esen rüzgar
Heybetini hiç bozmayan ceviz ağacım
Susmanın erdemini döküyor yapraklarından
Serçe diyor serçe ! vazgeçme telaşından...

Vazgeçmeyin telaşenizden. Telaşeniz bittiği anda ömrünüzde bitmiş oluyor zaten. Hayatın zor basamakları vardır. İnsan çoğu zaman bu basamaklardan çıkarken yorulur. Bir ehli kalem ''geçer ''diyordu. Geçti. Yerine yeni yorgunluklar bırakarak. Zaman en çok hırsızlığı ile ünlüdür. Elbet geçip giderken sizden çaldıkları  olur, olacak. ''ustaya sormuşlar. Her şeyi kaybettik ne yapacağız. Usta cevap vermiş. Çay koy, yeniden başlayacağız'' Yeniden başlamak.Ölümden sonra, kazadan sonra, hastalıktan sonra, yokluktan sonra, varlıktan sonra, ayrılıktan sonra hayata yeniden başlamak. Neden çay peki. Neden çünkü çay yemek sonrası, ikindi  aparatif bir şeyler atıştırdıktan sonrası. Yani demem o ki bir şeyler sonrası içilen şekersiz bir demli çayın tadına doyum olmaz. Hele bir de yorgunsanız tüm yorgunluğunuzu  siler süpürür.

Oğuz Atay ''biz çayın yalnızlığa iyi gelen tarafını severiz ''İşte yaşadıklarınızdan sonra,ya da yaşamayadıklarınızdan sonra. Sona kaldığınız yalnızlığınıza eşlik eden bir demli çay. Tadıyla, rengiyle, sonrasıyla, sıcaklığı ile sizi hayata yeniden başlamaya davet eder, etmekle de  kalmaz.Tutar elinizden dansa kaldırır. Düşme ihtimalimiz var mıdır, elbet vardır. Yeniden ayağa kalmak için çayın yalnızlığınıza iyi gelen tarafını, iyi değerlendirelim. O iki elin arasına sıkıştırdığımız baş. Farkında bir gözle yeniden  dik durmamızı sağlar.

  İnsan toprak gibidir. Telaşesi de insan gibidir. Yağmur ister,kar ister,güneş ister.Yağmayan yağmur susatır, geç doğan güneş üşütür. Üstüne kardan yorganını almadan kış zor geçer. İnsan da toprak gibi ilkbaharda tomurcuklanıp,güneşle açacağını. Sonbaharda yapraklarının döküleceğini.Kışın büyük bir dinginlikle sessizliğe bürünceğini bilir. Kendini bilen insan ne güzeldir.

Michel Foucault  şöyle diyor. ''Ruh,giyimle,kuşamla kendini bulamaz.İnsan kendine eğilmeli.Bedenle değil,ruhunuzla ilgilenin '' Bana kalırsa ilk ruhumuz hastalanıyor. Diğerleri hep  ruhun hastalanmasından dolayı yan etkileridir. Yaşadığımız çağın insanın şahit olduklarından dolayı  ruhun hastalanmaması mümkün değil. Yetmiş sekiz kuşağının ruhuna dahil olarak şöyle diyorum. 12 Eylül Darbesi,28 Şubat ,1999 Gölcük depremi,2011 Van depremi,15 Temmuz, Pandemi,yangınlar,seller.

Mülteci cesetleri ile kokan denizler.Kendi elimizle kendimizi yok ettiğimiz bir dünya. Bu gün yaşadığımız kuraklığın sebepleri ve sonuçları var. Ozan tabakasındaki büyüyen delik. Kesilen ağaçların yerine  yapılan bilmem kaç yıldızlı oteller. Termik santralları, Baz istasyonları. Doğa kendine yer bulamıyor ki her şey seyrinde gitsin. Demem o ki bundan sonrası  yaşadığımız dünyanın en büyük sorunu kuraklık olacak.

   Yaşadığımız çağın,hem sanığı,hem tanığıyız. Çayımızı koyduk,yeniden başlayabilirmiyiz bilmiyorum..Hasta olan ruhumuzu onarabilirmiyiz bilmiyorum. Lakin denemek lazım. Telaşemizden vazgeçmeden, aldığımız nefesin hakkını vererek kaldığımız yerden devam etmeliyiz.

Vazgeçmek yok.İnsan olmak sorumluluğumuzu unutmayarak. En çok da şiirin ruh onarak tarafından nasiplenerek. Farkında olan gözü yazarak,okuyarak yoralım. Niyet etmek,yapmanın yarısıdır. Yolda biziz,yolcuda biziz.Ol diyor Mevlana ol...Ol ki ruhun hastalanmasın. Ol ki kendine eğilebil. Ol ki kendini bulabilesin. Olmak için aramalısın .Arayanlar bulanlardır çünkü. Kendine eğil ve ara. Arayarak, öğrenerek yaşamak inadınız olsun.

Senin canın içinde bir can var, o canı ara!
Beden dağının içinde mücevher var, o mücevherin madenini ara!
Ah yürüyüp giden sufi, gücün yeterse ara;
Ama dışarıda değil, aradığını kendinde ara.
Mevlana