İstanbul Yedi Tepe
Sular geceyi döverken İstanbul dizlerini dövüyordu. Etiler, Bebek,Sarıyer... Niye bebek demişler onu da bilmiyorum. Bebek de ağlıyordu asırlık taşları üzerinde tepinen ayaklara. Koca koca gökdelenlerin yalnızlığına şahit camlarda şatafatlı ışıkların içinde benzi solmuş insanlar, şairler İstanbul’a hâlâ şiirler yazıyorlar mı bilmiyorum ama eğer yazsalardı Eminönü’ndeki güvercinlerin eski iştahla yemlerini yiyip kanat vurmadıklarını; mülteci çocukların araba pencerelerini tıklatıp mendil satmalarını; salgın yüzünden tüm insanların doktor gibi ağızlarında maske ile dolaşmalarını; uykusunda kabuslar gören Haliç’i mutlaka yazarlardı.
Ah o Çamlıca...
Faruk Nafız Çamlıbel’in şiirindeki Çamlıca...
“Çamlıca’nın en yüksek yerinde bir perinin
Işıktan heykelini nakşettim ufuklara...
O yeşil Çamlıca ki kat kat eteklerinin
Birini Boğaz öper, ötekini Marmara”
Faruk Nafiz Çamlıbel...
Çamlıca etekleri şimdi uçları kirlenmiş gelinlik eteği gibi. Boğaz yük gemilerinin agırlığından muzdarip. Marmara’nın dağılmış saçları. Etçil martılar simit ekmek yiye yiye besili ördekler gibi uçamayışlarını ve boğazı bir bıçak gibi ortadan bölen köprüleri kesinlikle yazarlardı.
Osmanlı’nın yaşam biçimine hayran olup Eyüp’te yaşamış olan Pierre Loti’yi de anmadan olmaz. Batının Türkiye’ye olan yaptırımlarını eleştiren Loti’ye fahri hemşehrilik verilmiş.
Mezarların en üst bölümlerine açılmış kafeler ve Pierre Loti tepesinden şehre hakimiyeti sağlayan manzara Pierre Loti’yi onore etmiştir etmesine de çay bahçesinde çayını yudumlayan gözlemesini yiyenlerin arasından, insanlarının elleri üzerinde defnedilmeye geçip giden cenazeyi görünce kemikleri sızlamıştır...
Ah İstanbul ah... Döv dizlerini, yol saçlarını. Yedi tepenin yedisinde de gurbet dumanı tütüyor.