KUM ZAMBAĞI
Aylardan eylül, Akdeniz güneşinin altında başı dik bir çiçek Kum Zambağı. Kumların içinde koca bir orduya meydan okuyan savaşçı gibi görünüyor.
Dayanamadım yanına kadar gittim. Güneş tepesinde sanki hiç ona dokunmuyor gibi, öyle başı dik, öyle beyaz, öyle masum o da bana baktı. Dokunmaya kıyamadım Kum Zambağına. Koruma altına alınan bir Akdeniz bitkisi. Koparana cezası bile var. Sarı bir kum da, bir çölün içinde gelinlik giyinmiş zarif bir çiçek, Kokusu dokununca daha çok yayılıyor ortama.
Tam güneş denizin üzerinden batmaya dururken, kum zambağına doğru hafif bir deniz esintisiyle Kuğu Gölü Balesi yapar gibi sallanıyor zambaklar. Karanlık çöktüğünde beyaz bayrak sallıyor kumun içinden. Rüzgar da katılınca aramıza üçümüzün birden şiir düştü dilimize.
‘’Zambaklar en ıssız yerlerde açar/ Ve vardır her vahşi çiçek de gurur’’ diyor şirinde Sezai Karakoç Gurur, evet evet tam da buydu çiçek de gördüğüm, gurur birazcık da onur ve masumiyet. Kış geldiğinde kumsallar yalnızlaştığında denizin dalgası zambağın saçlarına dokunacak, rüzgar belki de biraz canını yakacak kim bilir. ‘’ Kanadı kırık kuşlar merhamet ister’’ Bu deniz kuşları merhameti kesin zambaklar için istiyor olabilirler, etrafında uçup, asla dallarına dokunmuyorlar.
Kum Zambağı ile deniz arasında gece sohbeti vardı. Elime bir bardak şekersiz çay aldım sohbetlerine katıldım. Önce biraz şaşırdılar,sonra her ikisi de aralarına bakışıp gülümsediler. Sormadım neden gülümsüyorsunuz diye. Aralarındaki uyuma şahit olmak için oturdum kuma. İlk önce Zambak hoş geldin dedi, sonra deniz. Hoş buldum, her ikinize de hayran olmamak elde değil. Bir tarafınız su, bir tarafınız Toroslar, karşınızda Kız Kalesi, tepeniz gündüz güneş, akşam rüzgar ve ay ışığı siz bir tablo gibi dilimin ucunda şiirsiniz, dedim.
Deniz büyük bir dalga ile beni selamlarken, Zambağın yüzü hafif pembeleşti ve salladı başını. Ay ışığı durur mu hiç, önce yüzünü suya döktü, sonra bize. Çekirgeler kora halinde ben de burdayım diyordu sanki katıldı o da aramıza. Beyaz Zambak bizleri şiire benzettiğiniz için teşekkür ederim dedi ve ekledi. Çok mu seviyorsunuz şiiri ? Evet çok seviyorum şiiri, ben her güzel olan şeyi hep şiire benzetirim dedim. Bizim için şiir yazdınız mı diye sordu Zambak.
''Köpüren deniz, Kuğu gibi dans eden Zambak / Torosların kundağında nazlanan yaprak / Ay ışığında ıssız gölge / Güneş ışığında etekleri kuma gömülen gelin ''
Oyyyyy dedi Zambak, Torosların kundağında nazlanan yaprak, tanımı güzelmiş. Evet işte dedim ya sizler şiir kadar güzelsiniz.
Şiirin arkası yok mu ?dedi Deniz
Olmaz mı hiç, sizleri böyle gören sadece şiir değil, destan yazar, dedim.
Ay ışığı uzaktan atıldı, ıssız gölge dediğin de nedir ? Senin yukardan bakışına kuma yansıyan gölgelerimiz işte, dedim.Ay ışığı yukardan indi geldi yanımıza.
Deniz,kum,Zambak, Ay ışığı ve ben ,az öteden sesleniyordu Pinhani….
Bir yol var ama her yerde tuzak /Bir yol daha var, dönmek de yasak
/Deryaya yakın, dünyadan uzak /Deryaya yakın, dünyadan uzak
Dünyadan uzak ve her yer de tuzak….
Zambak koparılmaya, Deniz kirletilmeye , Ay ışığı karanlığa gömülmeye , ben dilimin dönmediği yerde şiirle dönmeye mahkumuz.
Gel vazgeçelim, neden vazgeçelim, nerden vazgeçelim, kimden vazgeçelim. Duyguların hamalı bir yürekle hangi dünya bizi taşır ki. Dünyadan uzak neresi ki. Yok ki böyle bir yer, hem olsa bile hanginizden vazgeçeyim, hadi dünyadan uzak o yerde sizleri ya göremezsem.
Bu sefer ay ışığı gülümsedi, tuzakları boşver, gözlerin güzel olanı görsün hep, zamanı var her şeyin. Öyle ya zamanı var her şeyin, birazdan ay ışığı kaybolacak, deniz sakinleşecek, Zambak mağrurlaşacak, ben susacağım.
‘’söylenemiyor çok şey susmadan’’ Özdemir Asaf