ÇAPRAZ SEVDALAR
Öyle olması mı gerekiyordu? Sorusunu sormak içimden hiçine gidecek, çünkü bu soru yetersiz, evet gerekiyordu ve dâhi çok gecikmiş olması kaderin cilvesi mi bilmiyorum. Yazarak nasıl anlatsam! Nasıl anlatsam da nasıl anlasan yazılar gün geçtikçe kendi ağırlığının fazlasını taşıyor ve bu fazlalık hayranı olduğum gözlerin. Daha başka? Daha başka ne olsun ki "Üslubun çürük ise anlattığın çiçek gül değildir." Bazen arada bir olur ya hey heylerin gelir, daha çok yazmak istersin dur durak bilmeden, işte yazabilenlerin farkı burada ortaya çıkıyor ve delice sevdiğini en güzele benzetiyorsun, tıpkı Hayyam'ın sözleri gibi; ''Gül bahçesinde gezerken seni, gülden gelen bir koku sarhoş etti beni" Buraya kadar anladın mı? Anladın anladın da anlamamıș gibi yaprak hiç söylenmeyen güzel sözler bekleyeceksin ve haklısın sen de bu güzelliğin varken yapacak başka bir şey yok! Biliyorum bu satırlarda hiç söylenmeyen sözün altını çizeceksin ve sesli gülmeye başlayacaksın, sonra ne demek istemiş diyeceksin, iyi de daha ne desin değil mi? Ahh kirpik uçlarını ikişer ikişer sayarak öptüğüm, sana yazmak güzel olmasa bu kelimeleri yerinden bile oynatamam, sanki sen hizaya sokuyorsun ve uçmaya hazır kanatlarınla hep kendi şehrine konuyorsun nedensiz ve bedensiz.
Seni tanımak güzel, duyguların en güzeli desem diyeceksin güzel olan herşey imkansız olmak zorunda mı değişme şansı yok mu? Yok gibi ve hep böyle diyorum, belki de güzellik böyle kim bilir! Evet zor, zorunda zoru sensizliğin ateşi düşünce geceye vahasız çölde gözlerin serap misali birkaç cümle ile yanaklarına dökülen buseler ve vişne çürüğü birinci derece yanık izlerinden alır avuçlarım paranteze! Hadi diyelim dehlesen zamanı, mahmuzladığımız düşlerin dizginleri elimizde kalır, dörtnala giden kayıp sevdalar ve yetişmek bilmem kaç beygir gücünde bilmiyorum.
“Kendinden başka tutunacak neyin var?
İçinde taşıdığın o umut kırıntılarından başka ne var elinde?”
Yıkıntı zaman kenar göçüklerinden başlıyor ve
bakınca nasıl anlarsan anla içinde tutmayanlar var. Öylesine yerle yeksan birer birer düşerler öylesine! Yerine alıp koysan bilmeye gör yerini. Kalesi düşük surların göz burçları yitik mevsim rüzgarlarına nafile inat ve içeriden içeriden kayıplar. Hani yıkılmazdık, hani sebepsiz uzanırdık uçurumlara ne oldu ne oldu da çekip gidecek gibi duruyorsun öylece! Burası kaçıncı dünya savaşından kalma izler, izlerinde gözlerin ve gözlerinde acı kayıplar. Sensiz kıyı damarları çatlak, çatlaktan sızıyor dokundukça göz göze geldiğimiz yitik vuslat! Çapraza düştük sevda atışlarında, bir de tersinden sarıp bak, baktıkça süzülür gamzelerine damla damla ağulu yaşlar!