BÜLENT KESKİN

BÜLENT KESKİN

[email protected]

AĞLAMAKLA İLGİLİ

20 Aralık 2021 - 01:03

Ağlamak, gözlerden yerçekimi etkisiyle aşağıya doğru süzülerek dökülen, adına gözyaşı denilen, içerisinde bir miktar tuz bulunan su damlalarıyla özdeşleştirilen bir hâldir. İnsanlar birbirinden farklı sebeplerden dolayı gözlerinden yaşlar akarak ağlarlar. Mesela bir bebeğin doğmasıyla başlayan ilk ağlamaları onun hayata başladığının göstergesidir. Yeni doğan bebeğinin ağladığını duyan annenin bütün acıları o an dinecektir. Sonraki zaman içerisinde bebeğin iletişim aracı, konuşmayı öğreninceye veya kendini ifade etmeyi becerinceye kadar ağlamak olacaktır. Karnı acıktığında, bezi kirlendiğinde, herhangi bir yeri ağrıdığında ağlayarak kendi hâlini ifade edecektir. Çocuk yere düştüğünde veya herhangi bir sebeple çarpmaya bağlı olarak canı yandığında ya da korktuğunda, üzüldüğünde ağlayacaktır. Zamanla bu hâl farklı biçimlerde tezahür edebilecektir. Ağlamak her ne kadar fizyolojik bir hâl olsa da sebeplerinin her zaman fizyolojik olmadığı aşikârdır.
    İnsanlar bazen kaybettikleri için ağlarlar, bazen de kavuştuklarında! Bazen acı çektiklerinde ağlarlar, bazen de çok sevindiklerinde! Bazen bir an görebilseler ağlarlar, bazen de hiç göremeyecekleri için ağlarlar. Ne kadar zıt durumlar değil mi?
    Ağlamak insan olmanın temel göstergelerindendir. Bir insanın ağlaması kendini veya hayatı fark etmesini, insanların anlayamadıklarını anlayabilmesini sağlayabilir. Necip Fazıl’ın Reis Bey adlı tiyatro eserinde meşhur bir bölüm vardır. Bu eseri okuduysanız, tiyatroda veya sinema filmini izlediyseniz bu sahneyi kolaylıkla hatırlayabilirsiniz. Ağlayabilseydiniz anlayabilirdiniz ifadesi çerçevesinde hayatı irdeleyen bir merhamet bakış açısı ifade edilir. Belki de anlayabilmenin en önemli şartı ağlayabilmektir…
    Bunların yanı sıra olur olmaz her şeye ağlayanlar vardır ki bunlara sulu göz tabiri yakıştırılmıştır. Gözlerden dökülen her damla yaşın bir değeri olsa da bu tarz kişiler için gözyaşının bir değeri yoktur. Hoyratça ağlamak gözyaşının ve kişinin değerini de düşürür. Bir de ağlayarak insanları kandıranlar vardır. Ağlayan bir insanın yanında olan bir başka kimse muhakkak ki bu durumdan etkilenir. Bazı sahtekârların ağlamalarının sebebi de bu olsa gerek, insanları böylece kolaylıkla kandırabilirler.
    Birisini kandıran aslında öncelikle kendini kandırmaktadır. Bunun farkında olmasa da… Erkeklerin ağlamadığıyla ilgili sözler dolaşır durur toplum arasında. Özellikle de bizim toplumumuzda erkeklerin ağlamasına ayıp gözüyle bile bir bakış serdedilir. Bu da külliyen yanlış bir bakış ve değerlendirmedir. Erkekler de ağlar, çünkü onlar da insandır. Belki uluorta ağlamazlar, feveran koparmazlar ama gözyaşları yine de ıslatır kirpiklerini. Bazen de güçlü görünmek adına ağlamamaya çalışırlar. O zaman Victor Hugo’nun;

“Ağlamak için gözden yaş mı akmalı?
Dudaklar gülerken, insan ağlayamaz mı?”

    Mısraları gelir insanın aklına, insan bazen böyle gözyaşı dökmeden de ağlayabilir. Muhtemel ki o gözyaşları gönüllerine doğru akıp gitmektedir.
    Ağlamanın yasak olduğu gündüz vakitlerinde ağlamak için geceleri bekleyenler vardır. Gam çekenlerin, üzülenlerin yegâne sığınağı gecelerdir. Gece hem kendilerini dinlerler hem de yitirdiklerini, kavuşamayacaklarını bildiklerini düşünerek ağlarlar. Bu böylece çoğu zaman gün ağarana kadar sürer. Güneş doğunca ağlamak yasaktır nasıl olsa! Belki de bu yüzden kimse ne onların ağladığını görür ne de niçin ağladıklarını bilir... Şair Sabit’in dediği gibi;

“Şeb-i yeldâyı müneccimle muvakkıt ne bilir,
Mübtelâ-yı gama sor kim geceler kaç sâ’at.”
(En uzun gecenin hangisi olduğunu ne müneccim, ne de saat ayarlayıcıları bilir…
Gam tutkunlarına sor ki geceler kaç saattir!)

Bana göre insan olabilenler ağlayabilenlerdir. Gözyaşının değerini bilerek ağlayanlardır kast ettiğim, başkası değil! Bunun karşılığı olarak “Ağlamayanlar insan olamaz mı?” diye sorulacak olursa, cevabını siz değerli okuyucular verecektir.

Selamlarımla…

YORUMLAR

  • 0 Yorum