BÜLENT KESKİN

BÜLENT KESKİN

[email protected]

KUMRULAR AĞLAR İÇİMDE

23 Ağustos 2024 - 18:52


Uzun yıllar süren savaşlar boyunca Anadolu’nun dört bir yanında her türlü yokluk ve yoksulluk kol geziyordu. Babaları şehit olmuş yetimler, bu yüzden yalnız kalmış gelinler, oğlunu yitirmiş analar ve artık iyice yaşlanmış koca yürekli ihtiyarlar vardı her bir yerde. İşgalcilerin Türk’ün varlığını ortadan kaldırmak maksadıyla planladıkları gün geçtikçe daha da net olarak ortaya çıkarken son kale olan bu topraklarda sayfalara sığıp da yazılamayacak dramlar yaşanıyordu. Kendisine çizilen yola boyun eğmeyen Türk Milleti, içinden çıkan müstesna bir Başkomutan ve silah arkadaşlarıyla bu gidişata dur demiş ve Anadolu’nun yarısını işgal etmiş, İngilizlerin her türlü desteğini alan, Helen rüyası gören Yunan Küçük Asya Ordusuna demirden yumruğunu son defa kuvvetle vurarak nihai sonuca ulaşmak kararındaydı. İkinci Viyana Kuşatmasındaki bozgundan itibaren başlayan geri çekilme Sakarya’da kırılmış, Türk Ordusu artık zafere doğru hazırlıklarına başlamıştı. Gün gün, saat saat, neredeyse dakika dakika planlar yapılıyor, buna göre her ihtimal değerlendirilerek hata payını en aza indirerek son darbeyi vurmak gerekiyordu. Elde kalan ve büyüyüp de askere alınan yiğitler talimlerden geçirilirken kadınlar, yaşlılar ve hatta çocuklar bile arı gibi çalışıyorlardı. Yaşadıkları onca sıkıntıya rağmen vatanlarının işgalden kurtarılması içindi bu çaba ve Anadolu’nun her yerinde belli seviyelerde gerçekleşiyordu. Yalnız bir yer vardı ki buradaki çaba belki de her yerden daha fazlaydı. Çünkü zafer için dur durak bilmeden çalışanların sadece gündüz değil, geceleri de gaz lambası aydınlığında yaptıkları işlerden dolayı gözleri bozulmaya başlamıştı. Şehir başka bir şey yapmıyor da sanki topyekûn zafere hazırlanıyordu. Garp Cephesi Karargâhı buradaydı ve Gazi Mustafa Kemal Paşa ile silah arkadaşları Büyük Taarruz’un bütün planlarını burada yapıyorlardı. Yunan boyunduruğu altındaki güzel İzmir’in Kadifekale’sinde şanlı Türk Bayrağı’nın dalgalandığını görmeyi hayal ediyorlardı ki vakti geldiğinde bu da mümkün olacaktı. Lâkin askerin hazırlığı yanında onlara her türlü lojistik imkânın sağlanması çok önemliydi. Bunu da yapmak öncelikle Garp Cephesi Karargâhının, kadim Türk şehri Akşehir’in, Akşehirlilerin vazifesiydi. Bu görev kimse tarafından onlara verilmemiş, Akşehir ve çevresinde yaşayanlar buna gönülden razı olmuşlardı. Kimse bu zor işlerden gocunmuyor, canını bile ortaya koymaktan imtina etmiyordu. Eldeki topların namlusuna uymayan top mermilerinin çapını küçültmek için kurulan tezgâhlarda çalışanların içinde o zamana kadar böyle bir tezgâh bile görmemiş yaşlılar da vardı. En ufak bir hata olduğunda bunların patlaması ve en ufak bir parçalarının bile bulunamayacağı büyük patlamalara sebebiyet vermesi söz konusu olabilirdi. Mermilere barut dolduranların içinde eli bu işe yatkınlaşmaya başlayan çocuklar, yeniyetmeler, dul kalmış gelinler, yaşı ilerlemiş ihtiyar kadınlar bile vardı. Bunlar tarih kitaplarında üstünkörü söylenip geçse bile bunları yaşayanlardan torunlarına, nesilden nesile aktaranlar da bulunuyordu ki bu da milli heyecanın sürdürülmesi açısından ehemmiyetlidir. 

Tarihte yaşanmış olayların tarihi yönünün yanı sıra bunları aktarabilmenin en güzel yollarından birisi edebi eserler içerisinde anlatmaktır. Bundan başka sinema, tiyatro ve musiki gibi yollarla da anlatmak oldukça önemlidir. Büyük Taarruz öncesi Akşehir’de neler olduğunu roman kurgusu ile anlattığım romanım “Kumrular Ağlar İçimde” alanındaki tek edebi eser olmak hasebiyle büyük önem arz ediyor. Edebi eserler muhakkak ki tarih kitabı değildir ama yazıldığı döneme dair ince ayrıntılar, duygular, düşünceler yaşatır insana. O zamanların içerisinde yaşıyormuşçasına gibi hissetmesine sebep olur okuyanların. Okuduktan sonra yazıldığı yerleri görmeye dair merak uyandırır aynı zamanda da! Kumrular Ağlar İçimde, Akşehir’de yaşayıp da Akşehir’de neler yaşandığını bilmeden dolaşanların, okuduktan sonra buraya gelenlerin, geçmişe dair ayak izlerini aramasına sebep olur! Hiçbir şeyin kolaylıkla olmadığını, her bir karış yerin ne kadar da kıymetli olduğunu da söyler okuyanlara! Casusların kol gezdiği coğrafyada istihbarat oyunlarının nasıl olduğundan da bahseder. Daha doğrusu sadece cephede değil, cephe gerisinde, hazırlıklar esnasında hatta zaferden sonra bile neler olduğunu veya olabileceğini de düşündürür okuyanlara.
Onca acıya, yokluğa, yoksunluğa, kaybettiklerini bir daha göremeyeceklerini ve daha da kaybedecekleri olduğunu bilmelerine rağmen yaşamaya tutunmanın ne kadar da kıymetli olduğunu, bir ülküye, gayeye sarılarak özlem duyduklarına kavuşabileceklerini de hissedebilir, bu kitapta yazılanları okuyanlar. Akşehir’in ve Akşehirlilerin zaferde ne kadar da çok katkıları olduğunu da fark edebilmek muhakkak ki okuyanların gönlünde güzellikler oluşturacaktır. 

Bu topraklardaki işgalci Yunan Küçük Asya Ordusunun imhası ve denize dökülmesiyle neticelenen Türk Ordusunun Büyük Taarruzu’nun 102’nci yılı kutlu olsun. 

Tanrı, Türk’e yâr olsun…

YORUMLAR

  • 0 Yorum