… Antlaşma sağlandıktan sonra Allah Resulü; umre yapılmadığından dolayı ashabına ihramdan çıkmaları için saçlarını traş etmeleri ve ceza kurbanı olarak (dem)kesmelerini söylemesine rağmen oralı olan olmadı. Bunun üzerine çadırına üzgün bir şekilde dönünce, Allah Resulünün eşi annemiz Ümmü Seleme;”Ey Muhammed niçin üzülüyorsun. Sen onların huzurunda saçını traş et ve kurbanını kes. Onlar bu yaptığını görünce gerekeni yapacaklardır.” der. Bunun üzerine Hz. Peygamber, sahabelerin yanına çıkarak saçını traş eder. Sonra kurbanını keser. Bunun üzerine olaya şahit olan sahâbeler hep beraber traş olup kurbanlarını keserler. Aile içinde ve dışarıda istişare etmenin değeri ne kadar önemli olduğunu bu olay bize göstermektedir.
On iki veya diğer bir rivayete göre yirmi gün kaldıkları Hudeybiye’den ayrılıp Medine’ye dönerlerken, yolda Feth sûresi nâzil oldu. Bu surenin iki âyetinde;Bey‘atürrıdvan’dan söz edilmiştir: “Ey Muhammed! Şüphesiz ki sana biat edenler ancak Allah’a biat etmiş olurlar; Allah’ın eli onların elleri üstündedir...” (Fetih suresi 10. ayet )“Ey Muhammed! And olsun ki Allah seninle ağaç altında biat eden müminlerden râzı olmuştur...”(Fetih suresi,18) Bundan dolayı bu biata“Bey‘atü’r-rıdvân”(razı olma biatı) denilmiştir. Hz. Peygamber de, “Ağaç altında bana biat edenlerden hiçbirisi cehenneme girmeyecektir '(Tirmizi Menaḳıb 57, 58) hadisiyle bu biata iştirak edenleri cennetle müjdelemiş ve onların yeryüzü sâkinlerinin en hayırlısı olduklarını söylemiştir (Buhari, Meġazi 35) Altında biat yapılan ağaç hakkında kaynaklarda iki ayrı rivayet bulunmaktadır. Bir rivayete göre Müslümanlar ertesi yıl veya Hz. Ömer’in hilâfeti zamanında (634-644) Hudeybiye’ye giderek bu ağacı aramışlar, fakat bulamamışlardır. Diğer rivayette ise Müslümanların ziyaretleri sebebiyle bu ağacın kutsiyet kazanmasından endişe eden Hz. Ömer, hilâfeti sırasında onun kesilip imha edilmesini emretmiştir. Bugün bu ağacın bulunduğu yerde Hudeybiye Mescidi vardır. Hudeybiye Mescidi denilen cami ve Harem sınırını belirleyen alemin hemen dışında, üzerinde Osmanlı dönemine ait kitâbelerin yer aldığı bir hamam bulunmaktaydı.
Siyasî şartların sıkıntılı olduğu bu dönemde, Allah Resulü yola çıkmadan İbn Ümmü Mektûm’u namaz kıldırmak, Nümeyle b. Abdullah el-Leysî’yi de şehri idare etmek üzere yerine vekil bıraktı. Hudeybiye’ye vardıklarında Hz. Peygamber’in Kasvâ adlı devesi çökünce sahâbîler, “Kasvâ çöktü, yerinden kalkmıyor” demişler, bunun üzerine Hz. Peygamber, “Onun böyle bir huyu yoktur fakat fili(fil vakası) Mekke’ye girmekten meneden Allah şimdi de Kasvâ’yı şehre girmekten alıkoydu” buyurmuştur.Hudeybiye Antlaşması Kur’ân-ı Kerîm’de Müslümanlar için “Feth-i Mübîn” ve “Nasr-ı Azîz” olarak nitelendirilmiştir (Fetih suresi 1,3 ayetler).
Bu antlaşma ile Kureyşlilerin Müslümanlara karşı fiilî düşmanlığı sona erdi. Bu antlaşmadan önce Mekke’de oluşan kıtlık nedeniyle de Allah Resulü bir kaç defa yardım gönderdiği de bilinmektedir. Hem Müslümanlara hem de müşriklere savaş tehdidinden uzak bir ortamda birbirlerini daha iyi tanıma ve aralarındaki ilişkileri geliştirme imkânı verdi. O zamana kadar diğer Araplar nezdindeki itibarından faydalanarak Medine Devleti aleyhinde gerçekleştirilen her hareketin başlatıcısı olan Kureyş ile barış yapılınca, esasen Hz. Peygamber ile doğrudan bir anlaşmazlığı bulunmayan diğer Arap kabileleri Müslümanlarla rahatça görüşüp İslâmiyet hakkında bilgi edindiler ve onların giderek artan güç ve nüfuzları karşısında ihtida (islamı kabul etmek) ettiler. İslâmiyet Arap yarımadasında hızla yayılmaya başladı; öyle ki Hudeybiye Antlaşmasın dan Mekke’nin fethine kadar geçen iki yıl içinde Müslüman olanların sayısı, o güne kadar geçen on sekiz yıl içerisinde İslâmiyet’i kabul edenlerin sayısını aştı.Resul-i Ekrem bu antlaşmadan sonra Bizans ve Sasani imparatorluğuna, Mısır Mukavkısına, Habeş Necaşisine ve bazı Arap emirlerine mektuplar göndererek onları İslam’a davet etmiş, üç yıl içinde barışçı yollarla devlet on kat büyütülmüş ve hemen hemen bütün Arap yarımadasını hâkimiyeti altına almıştır. Hudeybiye Antlaşması’nın ertesi yılı Müslümanlar umre yapmak üzere Mekke’ye gittiklerinde şehir halkı dağlara çekildi. Peygamberimiz isteseydi oradan ayrılmaz ve Mekke’yi İslâm devletine ilhak ederdi; ancak onun siyasetinde ahde vefasızlığa yer yoktu.
Nitekim daha önce antlaşma yazılırken, önceki yazımda anlattığım gibi Ebû Cendel’i Hz. Peygamber, ashabın hoşuna gitmemesine rağmen antlaşma şartları uyarınca onu babası Süheyl b. Amr’a teslim etmek durumundaydı. Buna karşılık yine aynı günlerde ona sığınan iki kadını, antlaşmada sadece erkek mültecilerden söz edildiğini belirterek geri vermemiş ve Kureyş de bunu kabul etmek zorunda kalmıştı. Daha sonra Ebû Basir Mekke’den kaçıp Hz. Peygamber’in yanına Medine’ye geldi. Kureyşliler antlaşma gereğince onun kendilerine iade edilmesini istediler. Resul-i Ekrem de kabul etti. Ebu Basir yolda kendisini götüren iki muhafızdan kurtulup Medine’ye döndü; ancak tekrar Kureyş’e teslim edilmekten korktuğu için buradan ayrılarak Mekke-Suriye ticaret yolu güzergahındaki Sifülbahr mevkiine yerleşti. Başta Ebu Cendel olmak üzere kendisi gibi Mekke’den kaçıp antlaşma uyarınca Medine’ye giremeyen yeni Müslümanlar da ona katıldılar ve kervanları tehdit etmeye başladılar. Bunun üzerine Kureyş, İslâmiyet’i kabul ederek Medine’ye sığınan Mekkelilerin geri verilmesi şartının kaldırılmasını istediler. Böylelikle bu antlaşmayı kendileri bozdular. Bu vesile ile 630 da gerçekleşen Mekke’nin fethine giden yolun açılmasına sebep teşkil etmiştir. Antlaşmadan iki yıl sonra da Mekke fethedilmiştir.
Biz bilemeyiz. Her şeyi Allah bilir. Hayır bildiğimiz şer, şer bildiğimiz hayır olabilir. Rabbim tüm yollarımızı hayra çıkarsın.
Selam ve Dua ile Kalın…
YORUMLAR