Günlük sohbetlerde bile sıkça rastlarız; “kendini bilmeyen kimseyi bilmez”, “kendine saygısı olmayanın, kimseye saygısı olmaz”, “başkasını tanımak için önce kendini tanımak gerekir” vb. Aslında bunların ve hatta benzer cümlelerin hepsi doğru. Yanlış olan şey bunların bol keseden atılması. Sorarım size; çevrenizde kendisini tanıyan, kendisini bilen, kendisiyle barışmış birisi var mı? Kendini bilmek için elbette okumak, öğrenmek, çok çabalamak gerekir ama yetmez. Ne demiş Yunus Emre:
İlim, ilim bilmektir/ İlim kendin bilmektir/ Sen kendini bilmezsin/ Bu nice okumaktır/
Bunlar ne muhteşem ifadeler. “kendini tanıdın mı?” diye sorarsanız, herkes kendini tanıdığını söyler. Bana sorarsanız yalandır. Kendini tanımak, kendini bilmek; kaç kilo olduğu, kaç santimetre olduğu, kaç yaşına girdiği, kimin oğlu ya da kızı olduğu, hangi yemekleri sevdiği, nelerden nefret ettiği değildir. Eğer koşulsuz şartsız sorgulama yeteneğiniz yoksa, istediğiniz kadar okuyun, kendinizi öğrenemezsiniz. “Ben kimim?” sorusuna vereceğiniz yanıt, kendinizi ne kadar tanıdığınızın ölçüsü olabilir. Ama ben kimim diye yola çıktığınızda, işler karmaşıklaşmaya, başka başka konular da devreye girmeye başlıyor. Örneğin içinde yer aldığınız yakın çevrenizden, güneş sisteminin de ötesindeki galaksiler silsilesinin de ötesinde nelerin olduğu, gibi. Çünkü o sistemler olmasaydı insan olmayabilirdi. “Yüz milyar kadar galaksi, her birinde de ortalama yüz milyar yıldız var. Bütün galaksilerde yıldız kadar gezegen bulunması olasılığı söz konusudur. (“Kozmos”, Carl Sagan, Altın Kitaplar, Çeviri: Reşit Aşçıoğlu, sayfa, 20)
Bu kadar galaksi, gezegen, yıldızlardan yalnızca birinin kabuğunda yaşayan insan nesli olduğumuzu düşünmek zorundayız ve insan neslinin 70 milyon yıl öncesinde diğer canlılardan ayrışmaya başladığını hesaba katarsak Carl Sagan’ın şu ifadeleri bizi daha derin düşünmeye sürüklemektedir. “70 milyon yıl, bunun ancak milyonda birine eşit bir süre yaşayabilen insan için, ne fark eder? Yalnızca bir güncük uçan ve günü sonsuzmuş gibi algılayan, kelebeklere benziyoruz.” (Carl Sagan, a.g.e. s.45)
“2 milyon yıl önce evrimleşen homo cinsi şimdiye dek, on iki civarında türü barındırır” (Casper Henderson, Hayal Bile Edemeyeceğimiz Varlıklar Kitabı, Metis Yayınları, Çeviri:Deniz Keskin, sayfa, 417) ifadelerindeki 12 insan türünden hangisi olduğumuz da önemli değil mi?
Yine aynı kitaptan edindiğim bilgiler ışığında bizler; Yaz kızım. Üst alemi ökaryotlar olan, hayvanlar alemi, kordalılar şubesi, memeliler sınıfı, Pirimatlar takımı, Büyük kuyruksuz maymunlar ailesi, Homo cinsinden modern insanız.
Peki bu tanımla insan kendini tanımış oluyor mu? Hayır yetersiz. Hani yukarıdaki gezegenlerden, galaksilerden, yıldızlardan söz ettik de, nelerden oluştuğumuza hiç bakmadık. Konuşmak, düşünmek, okumak-yazmak, öğrenmek, unutmak, hatırlamak, gülmek, ağlamak, hayal etmek, sevmek, sevilmek, beğenilmek, acımak, yardım etmek, korkmak, kaçmak, kızmak, nefret etmek, saldırganlık, ağlamak, gülmek vb. bir çok kavramın anlamları yaşantımızı oluşturmaktadır. Bütün bunlar ve daha ilerisinin kökeninde organlarımız, hücrelerimiz, genlerimiz, atomlarımız hatta atom altı parçacıklarımız yatmaktadır. Bütün bunları, yalnızca beynimizin ürünleri olarak açıklayamayız. Çünkü beyin de hücrelerden, moleküllerden, atom ve atom altı parçacıklardan oluşmaktadır. Ancak insana, beyni sayesinde kendini sorgulayan, inceleyen, değiştirmeye çabalayan tek canlı diyebiliriz. Fiziksel farklılıklar bir tarafa, diğer canlılardan temel farkımızın da beyinle ilintili olduğu görüşündeyiz. Bu kadarı insanın kendini bilmesi için yetti mi? Hayır yetersiz.
Marian Stamp Dawkins diyor ki; “Bilmek istediğimiz şey yaratık gibi görünen bir kafatasının içinde, bizim bilinç olarak tanımlayabileceğimiz, bir “ben” olup olmadığı.” ( Hayvanlar Ne İster, Marian Stamp Dawkins, Alfa Basım Yayım Dağıtım, Çeviren: Çağatay Tarhan, s.89) Yani maddeden başka bir şey mi oluşturuyor insanı? Ya da Casper Henderson’un kitabında belirttiği gibi genler mi her şeyin düğümlendiği nokta, “Devasa ve hantal robotların içinde, kendilerine güvenli bir yer bulan, dış dünyayla temaslarını kesen ve o dünyayla iletişimlerini dolambaçlı, dolaylı güzergahlar üstünden kuran, dünyayı uzaktan kumandayla değiştirmeye başlayan (genler) artık devasa koloniler olarak ürüyor. Her birimizin içindeler; aklımızla, bedenimizle bizi yaratan onlar ve varlığımızın bir numaralı gerekçesi, onların korunması” (Casper Henderson, a.g.e. s.173) Bu durumda bizler yani insanların var olma nedeni GENLER’in korunması mı?
Böyle yaklaştığımızda işler daha da karmaşıklaşıyor. Saygıdeğer okuyucularım demem o ki, “ben kendimi tanıdım, bildim “ demek kolay ama gerçekte tanımak bilmek; çok yoğun bir okuma araştırma inceleme, düşünme süreçlerini gerektirmektedir. Dünyada bunu yapan insan sayısı maalesef sınırlı. İnsan düşünen bir canlı, diğerlerinden ayrılan tarafı bu. Peki insan yeteri kadar düşünüyor mu? Hayır, çok yetersiz. “Düşünen her insan, nükleer savaştan korkuyor ve her teknolojik devlet, nükleer savaş hazırlığı içinde. Herkes, bunun delilik olduğunu bildiği halde, her ülke bu çılgınca hazırlık için bir bahane buluyor.” (Carl Sagan, a.g.e. s.337)
Saygıdeğer okuyucularım konu köşe yazısı sınırlarını aşıyor. Sonuç olarak diyebilirsiniz ki; “Sen kendini tanıyabildin mi?” Hayır ama bütün çabam kendimi tanımaya yöneliktir ve hayvanlardan beynimin yapısı ve faaliyetleri nedeniyle düşünebiliyorum. Bu nedenle de diğer canlılardan farklı davranmaya özel çaba sarf ediyorum. Saygılarımla…
YORUMLAR