Bir kısa aradan sonra köşemde bu hafta da yine uzun süre önce başladığım türkülerle seyrüseferim devam edecek kıymetli okur. Bu yolculuk ve türkülerle serüvenimizin bu hafta ki konu türküsü ise hemen herkesin mutlaka bildiği ve yine yıllar içinde evrile evrile günümüzde her tür düğün, nişan, kına ve benzeri eğlence ve etkinliklerin vaz geçilmez bir unusuru haline gelmiş oyun havası formatına dönüşmüş halini bildiğimiz ama derininde yine derin bir acıyı barındıran bir türkü maalesef.
Her türkünün bir hikâyesi var. Hicri 1315 doğumlu Tokatlı Halil evin en küçüğüdür. Yasa gereği her evde bir erkek, ailesinin güvenliğini ve geçimini sağlamak için askere alınmayabiliyordu. Ama Halil, gönüllü olarak Çanakkale’ye gitti. Geride bıraktığı annesi Rum çeteciler tarafından öldürülür, sözlüsü Hediye’ de kaçırılır. Hediye’nin bu andan itibaren hayatı kararır.
Hediye’yi uzun bir aradan sonra serbest bırakırlar. Halil’de köyüne döner. Hediye’nin başından geçenleri yanlış anlar. Ve kavuşmak ahirete kalır. Türkü bir ağızdan değil Halil ve Hediye´nin karşılıklı konuşması şeklinde söyleniyor. Bu ağıt Çanakkale savaşında bir hüznün hikâyesinin dışavurumu ancak günümüzde “Hey 15’li” türküsünü, düğünlerde oyun havaları olarak dinliyoruz, ritim tutuyoruz maalesef. Dilerseniz şimdi yukarda özet gibi geçtiğimiz bu acıklı hikayenin detaylarına bir bakalım.
Birinci Dünya Savaşı’nın zorlu geçtiği yıllarda şehitlerin sayısı her geçen gün artıyordu. Bu durum korkunç bir bouya ulaştığında ise, İngiliz generali Aspinall-Oglander; "Gelibolu'daki kanlı muharebeler, Türk ordusunun çiçeğini bitirmiştir," demesine neden olmuştu. O dönemde İngilizler şehit olan Türk askerleri için, “çiçeğin tomurcuğu” ve “vakti gelmeden solan gül goncası”na benzetiyorlardı. Ölenlerin sayısı çoğaldıkça cephelerde boşluklar oluşuyordu.
Cephede meydana gelen boşlukları doldurmak için, diğer cephelerden asker getirilemediğinden, en yakın çevreden başlayarak, 15 yaşın üstündeki eli silah tutan bütün gençlerin dahi, gönüllü olup olmadığına bakılmaksızın, Çanakkale'ye sevk edilmeleri alışılmış normal bir hadise haline gelmişti... Savaş günleri, köyde, kasabada erkeğin kalmadığı, gücü kuvveti ve boyu posu yerinde olan herkesin asker olduğu ya da asker olmak zorunda kaldığı kara günlerdi.
Bir efsaneye göre On Beşli türküsü işte bu cephede savaşan gençlerden biri olan Hüseyin ve onun yolunu gözleyen sevdiği Hediye’nin hikayesini anlatır. 19.yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında arka arkaya girdiği pek çok savaşta verdiği kayıplar sonunda, askere alacak yetişkin ve sağlıklı erkek bulamayan Osmanlı Devleti, Çanakkale savaşı sırasında, doğum tarihi Rumi takvimle 1315 ve daha büyük, (15 ile 18 yaş arası) erkek ‘çocuk’ların orduya katılmasına karar verir. İşte bey oğlu Hüseyin de bu ‘onbeşli’ler arasındadır ve ardında sözlüsü güzeller güzeli Hediyeyi de bırakmıştır. Savaş her cephede tüm hızıyla sürmekte gidenler bir türlü geri gelmemektedir. Boynunu büküp asker yolu bekleyen bir sürü genç kızdan birdir Hediye de.
Hediye’nin zaman içerisinde bir taliplisi çıkar. Taliplisi zengindir, yaşlı bir adam olan Tokat eşrafından Emin bey ile evlendirirler. Hediye, bir şey diyemez, kaderine razı olur. Bir yıl sonra Emin Bey ölür. Emin Bey ölünce, her şey Hediye'ye kalır. Dağdaki eşkıyalar genç yaşında dul kalan Hediye’den ve malından haberdar olur. Bir gece konağı basarlar. Mallarını çalmalarının yanında Hediye’ye tecavüz ederler. Eşkıyalar tarafından bir gece şehir merkezindeki caminin avlusuna bırakılır.
Camiden çıkanlar, üstü başı yırtılmış, harap bitap haldeki Hediye'yi görür de, biri olsun el etmez. Bir de yetmezmiş gibi, “Kötü yola düşmüş bu!” derler. Hediye, askere gidip de dönmeyen sevdiği Hüseyin’e yanarken bir yandan da uğradığı kötü muameleye üzülür. Yaşananlara dayanamayan Hediye Tokat’ı terk eder. 1915'in üzerinden sekiz yaz, sekiz de kış geçer... Tahtobalı'ya ancakbir tane onbeşli döner. Bu dönen on beşli Hüseyin’dir. Hüseyin’in gelişini köy şenliklerle kutlar. Ancak onun görmek istediği tek kişi Hediye’dir. Günler geçer Hediye’yi göremez. En sonında annesine “Hediye nerede” diye sorar.
Koca dağlar ses verir de, anası vermez. Hüseyin düşer işin peşine, ta ki o bomboş konağa gelesiye kadar. Konağın önünde sorar komşulara, “Nerededir ev ahalisi?” diye. Komşular cevap verir “Çiftliğe taşındılar.” diye ama Hüseyin durmaz, duramaz. Sevdiğine kavuşmak için heyecanlanan Hüseyin “Hediye’de çiftliğe mi gitti” diye sorar. Komşuların “O taze dul mu, önce kötü yola düştüydü de, sonra buralarda da yapamadı, duramadı, gitti mendebur.” sözü karşısında büyük bir şok geçirir ve dayanmaz. Atına bindiği gibi Tokat’ı terk eder. O günden sonra ne Hediye’yi ne de Hüseyin’i bir daha gören olmaz.
YORUMLAR