Geçmiş insanın peşini bırakmaz. Öyle diyorlar. Geçmiş her biri mükemmel ya da berbat sadece bir dizi 'an'dan ibaret, zamanın kolyesinde bir boncuk.
Geçmiş peşimizi bırakmıyor bu doğru. Ya da biz peşini bırakmıyoruz, arıyoruz hayal'et gibi, bulmayı hayal ederek. Bulunacak hayaletler varsa bile eğer, geçmişe musallat olan biziz aslında. Evet bu öyküde hayaletler varsa bile o hayaletler biziz. Böylece tekrar tekrar geriye, geçmişe bakabiliyoruz. Özlediğimiz insanları görüyor ve onlar hakkında kaçırdığımız şeyleri zihnimizde anlayıp tekrar yaşayabilmeyi umuyoruz.
Şimdi tamamen görüyorum gerçeği. Karanlığın ve ışığın, parıldayan en güzel olduğu her bir anı. Hayat dediğimiz an'lar ve anıların toplamı değil midir, göbek bağıyla bağlı olduğumuz. Evet görüyorum, alacakaranlıkta kayıp bir şehir gibi sisli, bulanık ve hüzünlü. Bir o kadar da uzak ama handiyse yabıbaşımda geçmiş, dün, bugün. Konanlar, göçenler..
Kayıp insanlar bu dünyanın bir parçası. Ben de o dünyanın bir hüzünlü parçasıyım. O hüzün olmadan bir şeyin tadına bile bakamam. Uzun zaman önce hepimiz de sonlarımızı seçtik. Kimimiz ileriye kimimiz ise geriye baktık. Sanırım ben hep bir adım geri durdum yahut geç kaldım. Hepimizin kendimiz için doğru olanı seçtiğini düşünmek istiyorum. Hatta buna ihtiyacım var. Hepimizin de kendimiz için doğru olanı seçtiğini düşünmek hoşuma gidiyor çünkü.
Sizler için mutlu sonla biten bir hikaye anlatmayı çok isterdim ama benim için mutlu sonla biten bir hikaye yok. Tüm sonlar üzücü, özellikle de hikaye mutluysa.
Söyleyecek o kadar çok şeyim var ki. Bana sevgiyle bakan herkesin görmeyi istediği kişi olmayı istedim hep. Bunun beni kurtaracağını düşünmek ne kadar da aptalca. Düşerken derinlere ve karanlığa aşk tırmanmaya çalıştığımız şeydir. Basamaklardan sonra kendimizi daha büyük bir şeye ulaşmaya zorladığımız. Dayanabilirsek tabi. Bunun kader olduğunu düşünüyorsunuz değil mi, bir çeşit işaret olduğunu. Herkes batarken kendinin ayakta kalmayı hak ettiğini düşünüyorsun. Ben bu yanılgıya hiç düşmedim, her zaman kendimi gördüm ve kabullendim tam olarak olduğum şeyi.
Çünkü ben üşendim, erteledim, vaz geçtim. Çıkmayı istediğim her yolculuğun trenini kaçırdım. Oturdum hayallerimi ateşe verdim, kendi hayatıma seyrici kaldım ve oturup locadan en önde seyrettim kendi yanıgınımı. İçimde daima büyümeyi reddeden o çocuğa sırtımı artık döndüm terk ettim ve uzaklaşan ayak seslerini dinledim. Sevdiklerim sırayla öldüler. İlk kez ölümü ensemde ve bu kadar yakın hissettim ama uğurlayamadım onları. Bu veda demekti.
Sevmek, aşk, tutku ve ihtiras. Ama şimdi ki gibi yanmaz, yapışmaz teflon sevmek, aşk, tutku ve ihtiras değil kastettiğim. Kayıpların için şimdi bir intikam arıyorum, suçlayacak ve yüzleşecek bir şeyler, birileri. Böylesi daha ayakta tutucu. İnsanlar gittiklerinde yanlarında götürebilecekleri şeyler ararlar. Bu yüzden sırları icat ettiler ve onları herşeyden çok sevdiler. Şimdi bir cevap arıyoruz ama benim yok. Öfkeden körüm ve buna dayanmak güvenli. Beni cehaletten koruyor çünkü. Sonunda, en sonda, gerçekte kim olduğumu gördüğümde gerçek beni özgür kılmayacak biliyorum. Beni lanetleyecek.
Bu hikayede mutlu son yok. Veda yok. Tüm sonlar üzücü. Özellikle de hikaye mutluysa...
YORUMLAR