1968 Tarsus Doğumlu yazarımız sayın Mustafa Sarı ,Yeni Türk Dili Ana Bilim Dalında doktorasını tamamladı,2002 yılında Yardımcı Doçent, 2008 yılında Doçent,2013 yılında profesör ünvanını aldı.
Eserleri, ‘’Türkçenin Batı Dilleriyle İlişkisi,Erzurum’lu Darir,Yüz Hadis Yüz Hikaye, Türk Dilinde Art Zamanlı Değişmeler, Esbab ve Alamat-ı Semarkandi.
Eski Anadolu Türkçesi,Türkiye Türkçesi,anlam bilimi,dil ilişkileri,toplumsal dil bilimi gibi konularda çok sayıda makaleleri bulunan yazarın son kitabı ‘’BABAANNEMDEN YÖRÜK SÖZLERİ ‘’ Kitabını okuduğumda bir büyüğün,bir dilin hayatı nasıl güzel tanımladığına şahit oldum.Kültür taşıyıcılığına en güzel örneklerden biri olan kitap bize dilin ne kadar değerli bir yapı taşı olduğunu açıklıyor.
Gitgide nenesine benzediğine de vurgu yapan yazar, o yılların insanları daha sade,daha onurlu,daha şükür bilen insanlardı. Allahtan ninelerimize rahmet diliyorum,bizi biz yapan değerlerimizi bizlere öğrettikleri için.
Farkında mısınız ?
Ölüyor sözcükler birer birer
Ne sela veren var ne cenaze namazı kılan
Ne yas tutuluyor,ne mevlüt okutuluyor
Gittikçe artıyor yalnızlığımız
Bir sözcük ölür
Eskiden yüzdüğüm,balık tuttuğum buz gibi derenin suyu çekilir
Bir sözcük ölür
Bilirim ki dünya daha çok ısınmış,Toroslar'a daha az kar düşmüş
Bir sözcük ölür
Sanırım ki koca gögüslü Çukurova'nın sütü kesilir
Bir sözcük ölür
Bakarım ki bin yıllık ardıç ağaçlarının yangın almış
Bir sözcük ölür
Sanırım ki Toroslar da eşkıya düğünü basmış,kazanlar devrilmiş,toy yarım kalmış
Dil profesörü Yazar Mustafa Sarı,'' Babaannemden Yörük Sözleri '' adlı kitabında.Kaybolmaya yüz tutmuş dillerden,geleneklerden,göreneklerden ve tanık olduklarından bahsederken vurgusu hep dil üzerine.‘’Dilimin sınırları,dünyamın sınırlarını belirler’’Wittgenstein gibi Yazar ‘’ Bana göre bir dilin anlatım gücü deyimlerinde saklıdır’’ diyor.
Dokuz yaşında anne ve babasını trafik kazasında kaybedince,babannesiyle yaşamaya başlıyor. Nenesini tanımlamaya çalışırken söze şöyle başlıyor. Sait Faik’in Kör Mustafa’sı mı desem,Adsız’ın Satı Kadın’ı mı desem yoksa Fatma Girik’in Toprak Ana’sı mı desem bilemedim. Adı ısmaan( Esmehan ) köyün hepsinin halası olan babaanne ye Küpeli diyorlarmış,zincirin ucunda altın olan küpelerden taktığı için.
Halı kilim dokuyan,yoğurdunu,peynirini kendi yapan,yumurtasını satan çalışkan bir hanım olan babaanne ‘’Bir tarafı zaten yıkık ‘’ olan torunlarına sahip çıkan eli öpülesi Anadolu kadını .’’Amaan yavrum itin ettiği itin kendine kalır,gider iteğe yamanır’’ yani herkesin ettiği kötülük kendine gider demek istiyor. Torunlarının arkasında kale gibi duran bir nine.
Evinizde yaşayan bir büyük varsa eğer babaanne gibi,anneanne gibi,dede gibi çocuklar her bir şeyi bire bir öğreniyor. Hamur,bağ bahçe,ateş,odun,yakacak,hayvan bakımı,yoğurt yapmak,el sanatları gibi tanık oldukları ne varsa hepsini biliyor.
Yörük Sözleri adlı kitap da yazar babaannesinin deyimleriyle hayatı tanımlıyor.
‘’Uzaktan alma düveyi,çeker gider boğayı’’ Yabandan kız alırsan oğlanı alır götürür anlamında.
‘’Akrabadan kız almak,cam bardaktan su içmeye benzer’’ içini dışını bilirsin anlamında
Toroslarda büyümüş,yetişmiş bir yörük çocuğu olan yazarımız hem yörüklerin hayatını hem de yörük dilini yaşadıklarını anlatırken gülümseyerek ve severek okudum.
‘’Kuru kaşık ağıza,kuru söz kulağa yakışmaz ‘’ Lafını sözünü tartarak söyle anlamında
‘’Ağız yese ,göz utanır’’ Yediğini içtiğini ele gösterme demek . Bu güne bakılınca sosyal medya ziyafet sofraları pozlarla dolu…
Yazarımız nenesinin ağzına tükürmüş olabileceğini düşünüyor,zira zamanında burun kıvırdığım ne varsa geri dönüp nenem gibi yaşamak istiyorum diyor. Mümkün olsa şehir hayatından kaçıp Toraslara yerleşeceğini yazıyor.
Bahşiş Yörükleri ile göçmenler bir arada yaşarlarmış eskiden. Yazar iki farklı kültürün bir birine kattıkları değerlerden de söz ediyor.Yerli ailelerin göçmen ailelerden her hangi bir sebepten kavga olunca yerlilerin büyükleri göçmenlerden özür dilemeye ikna ederlermiş,çekinmesinler,korkmasınlar,bir arada güzel güzel yaşamak için.
Dil işte,güzel kullanıldığında her yer güllük gülistanlık.
Bazen hüzün ve mutluluğu kelimeler dökemeyiz,bu yüzden ‘’DİL,BEYNE LAF YETİŞTİREBİLMEK İÇİN DİDİNİP DURUR’’ diyor.Bu anlamda yazarımız ‘’Sıkma ‘’ adı verdikleri yuvarlak sıcak bazlamaya tereyağı sürüp,içine keçi peyniri koyup,dürümleyip iyice sıkıştırdıkları hamur işi yiyeceği anlatırken lezzeti tanımlamaya kelimeler yetmez.
Dil,örf,adet,töre,şairler,şiirler,atasözleri,ekenomi,sevinç,hüzün,devlet adamlarından sözler,hikayeler,yıllarca aktarıla gelmiş öyküler hepsi ayrı ayrı yerini almış. Öyle samimiyetle yazılmış ki insan okurken kitabın içine dalıp bire bir yaşıyor olayları.
Hastalanınca deriye,işkembeye sarılan çocuk,akrabadan kız almak,erkek çocuğu olmayan için kör ocak denmesi,babam evi sat savur,kocam evi çek çevir denmesi,tarlayı taşlı yerden,kızı gardaşlı yerden almak denmesi gibi sözler,ninesinin sözleriyle birleştiğinde efsaneye dönüşüyor.
Kadınların değerini,yüceliğini anlatan yazar,özellikle yazın tarla bozmaya ve başşakları toplamaya giden çocukların helva sevincini yazmış. Diyor ki,topladığımız başşakları Çerçi Durmuş’a satarak kendi elinin harçlığını çıkaran çocuklar Allah’tan başka kimseye minnet eylemez.Allah kimseye muhtaç eylemesin inşallah.
Bizi birleştiren dildir,insan en iyi kendi dilinde tanımlar kendini.
Zamanla kaybolmaya başlayan dilimizi deyimlerle anlatan ve bize ışık tutan yazarımızı kutluyorum.
YORUMLAR