Bir baktın işte öyle! Öylesine gidişin mecburi gelişine has öznesiz bir cümle ile ıslak dudak payında buldum. Geçmiş zamandan ek almış yüreğine ve geçmişte kalmış her şeyin şimdiki zamana ne bulursan... Yok hiçbir şey ve geniş zamana yayılmış geniş çayırların yılkı atları. Atların yelesi bir garip ve kapkara saçları tel tel! Ses duvarını dilden aşıyor ve ayak sesleri dörtnala olsa bile duymak ne mümkün. Süslü caddeler tenha, çıkmaz sokaklar tehlikeli, geceleri ışıklı ortam ve geceye bakışlar. Baksan tek bir yıldız yok. Olsun o var ise şehrin ışıklarında kayboluşu da var! Ne ilk ne de son buluşma bu gözler onda varken.
Kendi ikliminden uzak şehrin ikliminine iniyorsun bir sabah. Güneşin doğuş rengi etrafa saçılacağım der gibi duruyordu ve saçılmaya başladı. Buna günün ilk ışıkları diyoruz lâkin vuslata gelecek ışıktan bihaber. Etrafa düş kereler giderken bir bir palmiye ağaçları geride kalıyor. Sonra geleceği karşı caddeye geçiyor ve bekliyorsun. Evet, geçiyor o mu değil mi? Evet, kesinlikle o, güneşi ısıtan gözleri var ve senden yana yanağını kapatarak gülüşünden belli etmiyecek ama kokusunu nasıl saklayacak? İşte orada dur diyordu şair, bu koku; birkaç kokunun birleşimi, yani iğde, kitap, toprak, Türk kahvesi ve kendi has kokusu! Bakar mısın demeden biliyor fark ettiğini ve bu farkı fark etmek de bizim farkımız olsun diyecek kadar, yavru kuşun yuvadan yer çekimine inat ilk uçma heyacanı! Nereye ve nasıl, bakışlar şaşkın, gözler çukurundan çıkacak gibi gülüyor içi ve göremediklerini de görmeye başlıyorsun... Aman Allah'ım o da ne, ne diyor ne? Küçük dilini yutmadan besmele çekip kurtulmak da var lâkin kim kurtulmak ister bu muhteşem doğa olayından! Zaman rüzgarlarından oluşan toprak tepelerin zirveleri gibi etrafında ağaçların dikine duruşu ve duruşunda fizik kurallarına kafa tutan keçiler nasıl çıktı, nasıl iniyor soruları! Sonra iki gönül ırmağı vadiye diğer bir tepeden bakarken bir adım sonrası dik uçurum lâkin bulunduğu yer cennetten bir görüntü. Bu görüntüleri içine açılan yer sofrası ve çifte kavruk gözlerden karşılıksız ikramlar. Zaman duruyor ve içmeye bıraktığın çayın soğuduğunu bilmiyorsun ve hoş ikramlarında ellerinden ellerini yediğin gün yüz hizasında düşleri rüzgâr avuçluyor...
Çöl olmuş yüreğine esen kum fırtınası hangi yığınlara taşıdı kim bilir kapanmıyor tepelerde ayak izleri.
Daha önce neredeydin desem ve ben demeden o daha önce neredeydin dese aynı şey mi bilmiyorum ama dedi! Evet, düşünceler karșılıklı olsa bile onun daha önce aklından geçenleri söylemesi yağmurun toprağa temasına benziyor. Biri çıkar gelir diyorken susarsın ve bir koca şehir susar, çünkü ne bir eksik ne de bir fazla düşleri! Ve söyleceklerim bunlar ile sınırlı değil, duymak istediği sözlerin sırası geldi lâkin anlatılmaz anı resmetmeden!
YORUMLAR