Yaşama zor tutunuyorken yazmanın hafifletici bir sebebine sarılıyorum, değilse! Değilse ne? Ne olabilir dur durak bilmeyen kelimenin tam anlamı ile zora koşuyor ve tanımsız mesafeleri kolluyor. Gel mesafesindesin, seni bekliyorum günlerdir, haydi durma gel. Nasıl geleyim? İki elim, iki yana açık, etrafında iki veya üç tur sonrası parmak uçlarına basarak usul usul... Bilsen veya bilmesem ne kereler ölümüne ne sevdan ki bitimsiz dem ile nasıl düşlere düştün vakitsiz ve bir daha hiç mi hiç düşmeyeceksin nasıl, güneşi ısıtan gözlerin bugün biraz daha vuslata yakın!
Revaklar çare olmaz hem bozum olmuş bağlar
Tende can yanıyor ah çekse ses vermez dağlar
Dağlara senden kalem kelâm yazmaz kır gitsin
Gelen geçen ne var ne yok dile farklı bu çağlar
Bir dörtlükle sana böyle seslenmiştim. O gün bu gün içimden geçenler ile hiçimden geçen aynı ve değişmeyecek saçını bașını yolsan da!
O zaman bırakalım kalasın. Neyi, nereye ve nasıl bırakıyorsun? Bilmiyorum ve dahi sen de bilmiyorsun! Bir kenara bırakalım öylece dursun ve ortaya karışık konuşalım. Havadan, sudan muhabbet seni açmaz biliyorum ve sana bambaşka bir mevsim gerek, bilmem adı kaçıncı, beşinci veya altıncı ne fark edecek? Etmez biliyorum, soğuk havada alışıksın ellerini cebinde ısıtmaya! Mevsim geçişleri sana vız gelir, yüzünden düşen bir parça gün içinde fazlası ile kendini gösterir, işte bu senin havan!
Bu böyle uzayıp gidecek ve güneş gurubunu tamamlamak üzere ufkun rengine kapılmadan havayı değiştireyim. Çıkacak olan beşinci kitabım ve ikinci fantastik Türk mitolojisi romanım olacak kısmet olursa. Daha önce bahsetmiştim sana, taslağından birkaç paragraf bırakayım dimağına, oku!
"Göklerin katından, Oğuz atanın izniyle Acun'a inen Batu, gün olmaya ki Türklerin dağınık ve bir araya gelemeyen durumunu düşünmesin.
Sıralı mor dağların ardında kabına sığmaz düşleri. Eteklerinden tırmansa zirveleri sarsar. Yerinde duramaz, geceleri yıldız toplar avuç avuç. Denizlere atsa taşkınlar öfkesini dindirmez...Uykuları sayıklatır esrik sevdalarını vakitsiz. Bir vakit ormanlara bakar, bir vakit tepelere, dinmeyen acıları vardır. Toplanmış sanki kırılmış ağacın dalları avuçlarına...
Cürmü hacmine eş, çelimsiz düşlerin sınır tanımaz kayıpları. Az önce buradan geçti coğrafyasında yer tarifine uymaz mekânlar, “Eşkali nasıl?” sorusu cevapsız. Hangi kayıp şehrin yer altı dehlizlerinde cılız bedene güneş, kelebek etkisi zaman desen, zihinleri alt üst etmeye kaç yıl daha gerek, kaç yıl daha gerek ezberleri bozmaya?"
YORUMLAR