Her yerden değil tek bir yerden geriye düşen adımları zaman yelesinden savuruyor yorgun câna! Sırası gelmişken söylesen ne şahlanışın ayakları yerden kesilirken gel zamanların sıralı sayımına münhasır anlamak imkansız birebir hiç yaşamadan! Söylenenler sadece zamanın yelesinde buharlaşıp kendi meçhulünü yaşıyor.
Kendi meçhulünden öncesi ağız tadında farklı bir aroma daha önce hiç tatmadığın ve buna bir çılgınlık deyip geçmek kolaycılık. Sen nasıl açıklarsın sorusunu sormadan sihirli dokunuş diyerek bir kenara bırakalım pamuğa sarıp ve ihtiyaç duyduğumuz an elimizle koymuş gibi bulalım. Bulmalı mıyız? Evet bulmalıyız, çünkü bizim Ergenekonumuz Kızılelma'ya giderken.
Hangi gözlerden desen düş geçitlerinde bir an yok ki sensiz olmaya ne sevi ne de seviden kalan bir gün! Gel kıyılarına dalgalar vurdukça gözlerinden bileyli dokunsan diğer yanı keskin bıçak ve inadına inadına mavi.
Atlılar geçiyor rüyalarımızdan tozu dumana katıp ve güneş boz tepelerin ardından vadiye yarım ışık. Işığında ne var bilmiyorum da gözlerinde gördüğüme benzer ve kaynağından enerji. Geçişler karşılıklı mı bilen yok lâkin karşılık bulup bir anlam kazanacağı kesin gibi. O halde ne zaman, nerede ve nasıl?
Zaman ve mekan içre dünyanın çekilmez yanından özge samanlık seyran olura mülhem yakın uzaklık veya uzak yakınlık. Bunları yok say, çünkü zamansızlığı, mekansızlığı yaşıyoruz ve boyutlar. Belki de bin yıllık zamanın yelesinden düşüp geleceğiz uğrak verilen hanlara! O vakit vuslat diye diye beklemeyi de beklemeye alıp susar gibi yapalım.
YORUMLAR