Ne gördün? Ne olabilir ki yol boylarında terk edilmiş benzinlikler gibi ruhsuz fani dünya ve tornadan çıkmış gibi birbirine benzeyen şiirler!
Terk edilmişliğinine terk ile yine de yaşamak ve yazmak zorundasın... Elbet bir gün en güzel yaşam şartları olacak ve en güzel şiir yazılacak. Bilmiyorum, sen de bilmiyorsun nerede ve nasıl? Belki en güzeli yaşandı, belki en güzeli yazıldı... Bütün bu gönenmișliğinden bunlar mı çıkıyor? Derviş Yunus diyor ya bir şiirinde: "Bu dünyada bir nesneye yanar içim göynür özüm. Yiğit iken ölenlere gök ekini biçmiş gibi." Zalim ve acımasız bir dünya, evet böyle olmadığına mülhem ölüme kurulmuş bir cümlenin öznesi veya gizli öznesi olacaksın!
Bir baktın işte öyle! Öylesine gidişin mecburi gelişine has öznesiz bir cümle ile ıslak dudak payında buldun... Geçmiş zamandan ek almış yüreğine ve geçmişte kalmış her şeyin şimdiki zamana ne bulursan... Yok hiçbir şey ve geniş zamana yayılmış, geniş çayırların yılkı atı. Atın yelesi bir garip ve kapkara saçları tel tel! Ses duvarını dilden aşıyor ve ayak sesleri dörtnala olsa bile duymak ne mümkün. Süslü caddeler tenha, çıkmaz sokaklar tehlikeli, geceleri ışıklı ortam ve geceye hoyrat bakışlar. Baksan tek bir yıldız yok. Olsun o var ise şehrin ışıklarında kayboluşu da var! Ne ilk ne de son buluşma bu gözler onda varken.
“kapanıyor tepelerde ayak izlerin
çöl olmuş yüreğimden esen kum fırtınası
hangi yığınlara taşıdı seni kim bilir”
İkliminden uzak şehrin ikliminine iniyorsun bir sabah vâkti ve vâkti saati yerli yerinde. Güneşin doğuş rengi etrafa saçılacağım der gibi duruyor ve saçılmaya başlıyor. Buna günün ilk ışıkları diyoruz lâkin vuslata gelecek ışıktan bihaber. Etrafa düş kereler giderken bir bir palmiye ağaçları geride kalıyor. Sonra geleceği karşı caddeye geçiyor ve bekliyorsun. Evet, geçiyor o mu değil mi? Evet kesinlikle o, güneşi ısıtan gözleri var ve senden yana yanağını kapatarak gülüşünden belli etmiyecek ama kokusunu nasıl saklayacak? İşte orada dur diyordu şair, bu koku; birkaç kokunun birleşimi, yani iğde, kitap, toprak, Türk kahvesi ve kendine has kendi kokusu! Bakar mısın demeden, biliyor fark ettiğini ve bu farkı fark etmek de bizim farkımız olsun diyecek kadar, yavru kuşun yuvadan yer çekimine inat ilk uçma heyacanı! Nereye ve nasıl, bakışlar şaşkın, gözler çukurundan çıkacak gibi gülüyor içi ve göremediklerini de görmeye başlıyorsun... Aman Allah'ım o da ne, ne diyor ne? Küçük dilini yutmadan besmele çekip kurtulmak da var lâkin kim kurtulmak ister bu muhteşem doğa olayından! Zaman rüzgarlarından oluşan toprak tepelerin zirveleri gibi etrafında ağaçların dikine duruşu ve duruşunda fizik kurallarına kafa tutan keçiler nasıl çıktı, nasıl iniyor soruları! Sonra iki gönül ırmağı vadiye diğer bir tepeden bakarken bir adım sonrası dik uçurum lâkin bulunduğu yer cennetten bir görüntü. Bu görüntüleri içine açılan yer sofrası ve çifte kavruk gözlerden karşılıksız ikramlar. Zaman duruyor ve içmeye bıraktığın çayın soğuduğunu bilmiyorsun ve hoş ikramlarında ellerinden ellerini yediğin gün yüz hizasında düşleri rüzgâr avuçluyor. Ve söyleceklerim bunlar ile sınırlı değil, duymak istediği sözlerin sırası geldi lâkin en güzel yaşam şartlarını anlatamam, en güzel şiirin sen olduğunu böyle resmetmeden!
YORUMLAR